8 Ekim 2012 Pazartesi

“İlan edilmemiş savaş”, gizli oturum, Örtülü ödenek.




       
 Fikret Başkaya  

ABD hemonyasının varlığı, Avrupa’nın 60 yıldır devam eden ABD vasâli statüsünün devamına, Rusya’nın etkisizleştirilmesine, başta Çin olmak üzere yükselen ülkeler denilenlerin engellenmesine bağlı. Son dönemin savaşlarının asıl nedeni bu. “İnsânî savaşların” insanlıkla, demokrasiyle, insan haklarıyla, özgürlükle, “insâni yardımla”, vs... uzaktan-yakından bir ilgisi yok. Zaten olması da mümkün değildir. Emperyalizm oldum olası dünyanın geri kalanının doğal ve beşeri kaynaklarınının sömürü ve yağmasına dayandı. Şimdilerde başkaları da artık sofraya dahil olmak istiyor. Oysa dünya da, kaynakları da sınırlı... Emperyalizmi var eden doğal kaynaklar, stratejik madenler, enerji kaynakları, biyolojik çeşitlilik kıtlaşmakta ve/veya tükenmekte. ABD’nin, tek süper güç statüsünü devam ettirebilmesi, başkalarının sofradan uzak tutulmasına bağlı. Lâkin bu artık mümkün değil. Atı alan Üsküdarı geçmekte... ABD silah endüstrisi, öldürme-yok etme kapasitesi dışındaki tüm alanlarda üstünlüğünü kaybetmiş durumda. Kaldı ki, savaş ve yıkım sektöründe de artık mutlak üstünlüğü söz konusu değil. ABD’nin durumu bir Arap atasözünü hatırlatıyor:

“Ateş en çok dumanı sönerken çıkarır”. Elbette ABD’nin yaptıklarının sonuçları duman gibi mâsum değil. Son 15-20 yılda ABD tarafından Afganistan’dan Libya’ya, Suriye’den Somali’ye, “Büyük Ortadoğu” dedikleri bölgede peydahladığı tüm savaşlar, saldırılar, suikastlar, komplolar, yalanlar, reel ve potansiyel rakipleri etsizleştirmek, bu amaçla da civcivi yumurtadayken ezme amacı taşıyordu. ABD’nin son otuz yılda işlediği ve işlemeye devam ettiği insanlık suçlarının gerisinde, onun tek kutuplu bir dünya özlemi var.

Eğer ABD “Büyük Ortadoğu” denilen, Fas’dan Orta Asya’ya Suriye’den Afrika Boynuzu’na uzanan bölgeyi, kendi korunmuş egemenlik alanı yapmak üzere bütün bu uğursuz işlere girişiyorsa, bir bölge ülkesi olan TC bunun neresinde duruyor denecektir. Türkiye’nin durduğu yer hiç değişmedi [elbet bir gün mutlaka değişecek]. Türkiye bir saldırı paktı olan NATO’ya dahil olduğu günden beri, hep aynı yerde duruyor. Bir Amerikan uydusu, bir NATO üyesi nerede durabilirse orada duruyor. Ne zaman bölge devletleri ve halkları kolonyalist/ emperyalist Batı’yla karşı karşıya gelse, hep kolonyalistlerin/emperyalistlerin safında yer aldı ve almaya devam ediyor. Şimdilerde de Suriye’ye “demokrasi götürmek” üzere kolları sıvayanların ön safında yer alıyor. Peki neden ön saflarda ve neden gözü dönmüşcesine ve ısrarla yangına körükle gidiyor, bu uğursuz saldırının tarafı oluyor? Türkiye’nin bu saldırgan “şahin dış politikası” emperyalist stratejideki değişikliğin bir sonucu. ABD’nin önceki dönemdeki stratejisi, şok stratejisiydi. Şiddetli bir hava bombardımanıyla, düşman saydığı rejimi çökertiyordu. ABD hegemonyası için Jeostratejik-jeopolitik, ekonomik-ticari öneme sahip ülkeler böylece çökertiyordu. Somali, Sudan, Afganistan, Irak şok stratejisiyle çökertildi... Lâkin, bu devletleri çökertmeyi başarsa da bataklığa saplanmaktan da kurtulamadı. ABD’nin durumu tam da Mao’nun dediğini hatırlatıyordu: “Emperyalistler büyük bir taşı kaldırırlar ama kaldırdıkları taş ayaklarına düşer”. Böylesi bir durumda ve yeni uluslararası güç dengeleri veri iken, artık şok stratejisiyle yola devam etmeyi göze alamıyor. Artık meydan boş değil. Köpeksiz köyde değneksiz gezme dönemi kapanmakta. Hem Suriye’yi ve İran’ı çökertmek istiyor, hem de bunu açık bir saldırıyla yapmak istemiyor. Zira, bölgesel savaşın bir dünya savaşına dönüşme riski çok yüksek ve böyle bir savaşı kazanması mümkün değil. Gerçek durum tam da böyleyken, ABD’nin Suriye’ye yönelik savaşta “ağırdan almasını” başkanlık seçimlerine bağlayanlar çoğunluk. “Konunun uzmanları” öyle söylüyor. Efendim işte Amerika’da başkanlık seçimleri varmış da, böyle bir durumda içeriye odaklanmak gerekiyormuş da... Elbette söylediklerine inanıyorlardır. Yalanı üretenin ona önce kendi inanması işin doğası gereğidir denecektir... Oysa sorun strateji değişikliğiyle ilgili... Kaldı ki, ABD’de seçimler Amerikalıları aldatmak içindir ve hiç bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Hiç bir şeyi değiştirme potansiyeline sahip değildir. Obama yeniden seçilse de, rakibi cumhuriyetçi Romney kazansa da hiç bir şey değişmez. Orada seçimler insanları aldatmak, oyalamak içindir, dış politika da büyük sermayenin çıkarını gerçekleştirmek içindir... Dolayısıyla, saldırı konusu ülkeyi kaos ortamı yaratarak içerden çökertmeye endeksli kaos stratejisi, yeni ortaya çıkan uluslararası güç dengeleri tarafından dayatılan bir şey.... ABD Libya’nın çökertilmesinde pek ön saflarda görünmek istemedi. Avrupalı vasâllerini öne sürdü. Suriye’de daha da geride durmayı yeğlemesi bununla ilgili...

Suriye’deki rejim çökertilecek ama bu iş Afganistan’da, Irak'ta olduğu gibi şiddetli bir hava bombardımanıyla, şiddetli bir saldırıyla değil, iç çatışmaları azdırarak, etnik-din-mezhep kökenli çatışmaları körükleyerek, yıpratma- çürütme, bezdirme sonucu kaos yaratarak yapılacak. Bu işi kotarmak da, Türkiye’ye düşmüş görünüyor. Tabii Suudi Arabistan, Katar gibi Amerikan uydusu Arap monarşilerinin maddi desteğiyle... Dolayısıyla, Suriye halkını zâlim diktatörden kurtarma, oraya demokrasi götürme söylemi sadece utanç verici bir yalan.

Fakat çelişik bir durum var. Başkasının kurduğu oyuna dahil olmak her zaman sorunludur. Başkasının yaptığı hesaba ortak olmak ekseri başını belaya sokma riski taşır. Türkiye’nin hızlı daldığı bataktan artık aynı hızla çıkma şansı yok. Öyleyse kimin batağa girmekte çıkarı var, kimin bataktan uzak durmakta çıkarı var denecektir. TC’nin yöneticileri, “Yeni Osmanlıcı” AKP iktidarı, savaş ortamından besleniyor. Aksi halde Suriye’ye burnunu sokmadan önce kendi Kürt sorununu çözmeye cüret ederdi...

Kendi topraklarında aralarında El-Kaide militanlarının da bulunduğu fanatik dincileri, gözü dönmüş katilleri, paralı askerleri barındırıp, silahlandırıp, eğitip Suriye’ye saldırtan, her türlü istihbarat ve ulaşım kolaylığı ve silah sağlayan Türkiye, bu savaşa zaten çoktan girmiş bulunuyor... Şimdi bir teskere gündeme geldi. Meclis bu amaçla gizli oturum yaptı ve teskere geçti... Neden bir ülkenin parlamentosu gizli oturum yapar? İnsanlar, gidin orada gizli-kapaklı işler çevirin diye mi bu adamları, kadınları “seçip” oraya yolluyor? Bu kapalı oturum ne için yapılıyor? Cevap belli: “Ülkenin yüksek çıkarlarının bir gereği” olarak... Demek ki, ülkenin yüksek çıkarlarını bilen sadece meclistekiler. Bunu tersinden okursanız şöyle ifade etmek gerekecektir: Devletin yüksek çıkarları, halkın bazı şeyleri bilmemesini gerektirir... Hani vekâlet söz konusuydu, temsil söz konusuydu? İşte bunların “temsilî demokrasisi” böyle bir şey... Demokrasi denilenin nasıl sahte bir oyun olduğu ortada değil mi? Bir parlamentonun halktan gizleyeceği bir şey olabilir mi? Oluyor ve bir de ona demokrasi deniyor ve öyle olduğuna inananlar da hayli fazla...

Devletin gerçek niteliğini açığa vuran bir şey de "örtülü ödenektir”. Örtülü ödenek demek, örtülü işler yapılacak demektir. Gayri kanuni, gayri ahlâkî, gayri meşru, işler yapılacak demektir. Mesela örtülü ödenekle cinayetler, katliamlar, komplolar, provakasyonlar… finanse edilecek demektir. “Faili meçhul” denilen cinayetlerin gerisinde örtülü ödenek vardır. İnsanların verdikleri vergilerin bu tür pis ve karanlık, üstelik insanlık suçu kategorisine giren işler için kullanılması, vergi veren “yurttaşları” rahatsız etmiyor olmalı. Daha doğrusu insanlar bu tür saçmalıkları sorun edecek yüksekliğe çıkabilmiş değil. Neden örtülü ödenek var, neden gizli oturum yapıyorsunuz dendiğinde cevap hazırdır: 1. Devletin âlî çıkarları için; 2. Zaten bunlar bütün devletlerde vardır. Başka devletler yapıyor diye sizin de yapmanız mı gerekiyor. Eğer herkes bu işi başkaları da yapıyor diye yapmaya devam ederse, bu işin içinden nasıl çıkılacak?

Her hükümet yetkilisi, her iktidar partisi sözcüsü, artık şimdilerde moda olmuş sözde “bağımsız düşünce kuruluşları” adına konuşan her uzman, hükümetin her yaptığında bir kerâmet bulan zevat ve AKP medyasının tetikçileri ağızlarını her açtıklarında: "Biz savaş istemiyoruz, biz Suriyenin toprak bütünlüğünden yanayız...” diyorlar. Siz hiç bu dünya’da “ben savaş istiyorum” diyeni duydunuz mu? ABD ve NATO’cu müttefikleri hiç biz Afganistan’ı, Irak’ı Somali’yi Sudan’ı Libya’yı... çökerteceğiz dediler mi? Bölüp-parçalayacağız dediler mi? Savaşı her zaman karşı tarafın çıkarması kuraldır... Eğer savaş istemiyorsanız neden ABD-NATO cephesi adına ve Suudiler ve Katar’la birlikte şu rezil vekâlet savaşının [proxy war] baş aktörü oldunuz?

“Ne o ne öteki” saçmalığı...

Suriye’deki savaş söz konusu olduğunda, “bir kısım sol” ve bazı AKP muhibi liberalin, ne Esad, ne dış müdahale şeklinde bir tavır içinde olduğu görülüyor. Ne o ne öteki yaklaşımı, meselenin mahiyetini kavramaktan aciz olanların bir kuruntusudur. Ya sorunu kavramayadıkları için ya da ikiyüzlülüklerini gizlemek için böyle bir tavır içinde olduklarında tek şüphe yoktur... Şahsen tüm emperyalist saldırılara ve savaşlara karşı çıktım. Mesela ABD’nin Irak’a saldırısına karşı çıkmak, Saddam’ın safında olmak mıydı? ABD’nin ve NATO’cu müttefiklerinin Afganistan’a saldırısına karşı çıkmam Taliban tarafında olmak mıydı? Aynı şekilde NATO’cu koalisyon [Türkiye de dahil] Libya’ya saldırdığında bu iğrenç saldırıya karşı çıkmak, Kaddafi’nin tarafını tutmak mıydı? Saldırı gerekçesi neydi? İşte Kaddafi güçleri Bingazi’de katliam yapacak... Öyle bir ihtimal var, o halde saldıralım dediler ve saldırdılar... Oysa öyle bir şeyi kanıtlayan hiç bir şeyin olmadığı sonradan ortaya çıktı ama artık iş işten çoktan geçmişti... Asıl saldırı nedeninin Bingazi’dekilerin kaderi olduğuna ancak ahmaklar inanabilir... Emperyalistlerin insâni kaygılarla bir ilgisi olması mümkün müdür? Böyle bir şey eşyanın tabiatine aykırı değil midir? Peki Bingazi’de katliam riski var diyenlerin saldırısından sonra ne oldu? Ne olduğu ortada: 8 ay süren NATO ve emperyalist uşağı CNT katillerinin saldırısı sonucu ölen insan sayısı 42 yıllık Kaddafi iktidarı döneminde öldürülenler kat be kat fazla... Üstelik ülkenin alt-yapısı da çökertilmiş durumda... Neden “özgürlük savaşçıları” Kaddafiyi önce linç ettiler ardında bir paralı asker tarafından başına kurşun sıkılarak hunharca öldürüldü? Neden gömüldüğü yeri gizlediler... Neden bir mahkemede yargılamaya yanaşmadılar? Yanaşmadılar eğer yargılarlarsa söyleyecekleri şeyler bazı emperyalist devlet başkanlarının ve içerideki hainlerin ayıbını ortaya serebilirdi... Velhasıl ayıbı açığa vurmasını önlediler... Kaddafi’nin linç edilmesinin ardından Amerikan dışişleri bakanı Hilary Clinton: geldik, gördük ve o öldü demişti... Ne denir? Herhalde küstahlığın sınırı yok...

Eğer ortada bir saldıran bir de saldırıya uğrayan varsa, “ne o ne öteki” diyebilir misiniz? Howard Zinn: "Hareket halindeki trende hareketsiz kalamazsınız” derken, tam da bu tür durumlarda “tarafsız” kalınamayacağını imâ ediyordu... Biz bu emperyalist savaşlara, saldırılara karşı çıkarken, asla ne oralardaki otokratik rejimlerin, ne de diktatörlerin safını tutmuş olmuyoruz. Gayet açık, gayet net bir şekilde oradaki emekçi hakların safında yer alıyoruz... Bir adam küçük bir çocuğu hunharca döverken, tarafsız kalabilir, ne o ne öteki diyebilir misiniz?

Hiç yorum yok: