2 Ağustos 2014 Cumartesi





FAŞİZM ÜZERİNE İKİ YAZI

Behice Boran

Faşizm Üzerine yazılmış olan ve Behice Boran'a ait bu iki yazı 1945'lte Ant degisinde yayınlanmış yazılarıdır. Yazılar, Yurt ve Dünya Dergisinin 20. sayısından alıntılanmıştır. Katkıları dolayısıyla Nezih Kazankaya ve Şahin Acar'a teşekkür ederim.

BİR CEMİYET SİSTEMİ OLARAK FAŞİZM

BEHİCE BORAN

Harbi demokrasi cephesinin kazanmasından sonra, artık faşistler bile, demok­rattan fazla demokrat kesilerek faşizmi kötülemeğe koyuldular. Faşizm ve demok­rasi kelimeleri ile yapılan ve çeşitli memleketlerdeki basını istilâ eden mugalata içinde, nerdeyse gerçek demokratlar kaybolacak. Ortalama bir okuyucunun bu keşmekeş içinde doğruyu yalancıdan ayırıp kendi yolunu bulması ne kadar güç olsa gerek.

Faşizm, belirli tarihî şartlar altında meydana gelmiş olan belirli bir cemiyet- devlet sisteminin adıdır. Bu ad, İtalya'da Mussolini'nin temsil ettiği rejimden alın­madır; fakat bugün faşizm artık sadece İtalya'da 1922-1943 yıllarında ömür sür­müş bir rejimin hususî adı değildir. Faşizm, tek bir memleket için kullanılan has bir isim olmaktan çıkıp, bir cemiyet sistemi örneğine ve o örneğe uygun rejimlere verilen âdeta bir cins isim olmuştur. Faşizm, içinde belirdiği cemiyetin tarihî, ma­hallî şartlarına göre çeşitlenmeler, hususiyetler gösterir, fakat bütün faşist rejim­lerde müşterek esas vasıflar vardır; bunların mevcut olup olmadığına göre bir rejimi faşist veya faşist değil diye vasıflandırabiliriz.

Faşist rejimi en esas, ayırıcı vasfile bir cümlede ifade etmek lâzım gelirse diyebiliriz ki faşizm, hususî büyük sermaye guruplarının, bilhassa malî sermaye ve ağır-sanayi ve harp sanayii sermayesi guruplarının açık, şiddetli bir teröre da­yanan diktatörlüğüdür.

Birinci Cihan Harbi'nden önce, faşizme götürecek şartlar ve hareketler belir­mişti. Harp, bu şartlan kuvvetlendirdi. Harpten sonra Avrupa memleketlerinde, bilhassa İtalya ve Almanya'da inkılâpçı bir durum meydana geldi, fakat inkılâp hareketleri gelişip gerçekleşemedi. Büyük sermayenin tazyiki altında içtimâi-iktisadî mevkiini kaybetmekte olan ve büsbütün kaybedeceğinden korkan orta ve alt orta tabakalar ve maceracı, dejenere unsurlar, siyasî guruplaşmalar ve hareketler ha­linde beliren faşist gelişmeleri desteklediler, bu hareketlere yem oldular. Büyük sermaye gurupları ve onlara âlet olan devlet teşekkülleri, halktan gelen inkılâpçı hamleyi önlemek üzere bu faşist hareketleri körüklediler ve nihayet, zamanı ge­lince, mensuplarını getirip devlet sandalyalarına oturttular.

Faşizmi Mussolini ile Hitler yaratmadı. Onlar faşizmin sadece sözcüsü ve mü­messiliydiler, kurdukları parti teşkilâtı, üniformaları, bayrakları, alayları da faşizm binasının dış dekoruydu. Şüphesiz bu kuklalar ve hempaları geçtikleri mevkilerden fazlasıyla faydalandılar, kendi menfaatlerini fazlasıyla güttüler. Fakat onları yer­lerinde tutan ve bal tutan parmaklarını yalamalarına müsaade eden kuvvet, hususî büyük sermaye idi. Esasen, değişmez sosyolojik bir prensip olarak şunu belirtmek gerekir ki diktatörlük, hiç bir zaman bir şahsın veya küçük bir gurubun devlet me­kanizmasını ele geçirip şahsî hükümlerini yürütmeleri demek değildir. Bu çeşit siyasî diktatörlüklerin arkasınada mutlaka bir diktatörlükten menfaatli olan, iktisadî-siyasî kudreti elinde tutan zümreler, tabakalar vardır.

Rakipsiz hâkimiyeti eline geçiren büyük malî ve sınaî sermayeye, derebeylik artığı büyük toprak mülkiyeti gurubu da eklendi, faşist rejimin ikinci derece direk­lerinden biri oldu. Nesiller boyunca mücadele neticesinde elde edilmiş olan liberal demokratik haklar ve hürriyetler kökünden kazındı. İmtiyazlı zümreler hâkimiyet­lerini tam kurabilmek için kendileriyle mücadele edebilecek halkın elinden söz, toplanma, teşkilâtlanma ve vicdan hürriyetlerini gasbettiler.

Garp sanayi memleketlerindeki bu olayların, o kadar sanayileşmemiş, teknik ve iktisat bakımından geri, bazı ziraî memleketlerde de akisleri oldu. Bu memle­ketlerde mevcut, kuvvetli derebeylik artığı büyük toprak sahipleri ile henüz geliş­mekte olan yeni ticaret ve sanayi zümreleri için faşist devlet sistemi ve faşist ideoloji biçilmiş kaftan oldu. Bu zümreler garp sanayi memleketlerinde olup biten­lerden kendi menfaatleri lehine ders aldılar; liberal, demokratik safhaya hemen hiç girişmediler.

Gerek ileri teknikli garp sanayi memleketlerinde, gerek geri teknikli ziraat memleketlerinde beliren faşist rejim,erin müşterek noktası, her ikisinde de hususî büyük sermayeyi elinde toplamış olan bir azınlığın ve bunun hükümranlık vasıtası olan siyasî bürokrasinin geniş halk kitleleri üzerinde tethişe dayanan bir hâkimiyet ve idare sistemi kurmuş olmalarıdır. Her ikisinde de demokratik haklar ve hürriyetler ve milletin ekseriyetinin siyasî egemenliği ortadan kalkmıştır. Her ikisinde de iktisadî-siyasî mekanizma hâkim, imtiyazlı zümrenin lehine, halkın ekseriyetinin aley­hine işler ve halk, kendi haklarını müdafaa etmek imkânlarından mahrum bıra­kılmıştır. İktisadî buhranların, harplerin doğurduğu sıkıntılar ve mahrumiyetler halkın ekseriyetinin omuzlarına yüklenir. Bütün faşist rejimlerin tecrübesi, istis­nasız, imtiyazlı azınlığın zenginleşip şiştiğini, çalışan kitlelerin, halkın gelirinin ve hayat seviyesinin İse yokuş aşağı indiğini göstermiştir. Bir taraftan sermayeye mahreçler bulmak, diğer memleketleri sömürmek hırsı, diğer taraftan içteki hu­zursuzlukları bir mecradan akıtıp yatıştırmak gayesiyle faşist rejimler saldırıcı, istilâcı, harpçidirler. İç siyasetlerinde üstün adam ve seçkin zümre, dış siyaset­lerinde üstün ırk, üstün millet ideolojisine dayanırlar.

Faşizm bir sosyal hareket olarak garp demokrasilerinin içinde belirip gelişmiş ve nihayet bazılarında bütün cemiyeti hakimiyeti altına alan bir rejim olarak tebellür etmiştir. Diğer bazılarında İse, cemiyet liberal demokratik şeklini muha­faza etmekle beraber faşizm hareketleri çeşitli derecelerde ve çeşitli mahalli şekillere bürünerek kendini göstermiştir. Harpten önce bu durum garpta yaygındı: Harp öncesi İngiltere'si ve Amerika'sı bile bu duruma bir istisna teşkil etmiyordu. Demokrasi için faşizme karşı mücadele, harbin bitişiyle bitmemiştir diyenlerin kast­ettikleri, faşizmin iktisadi ve sosyal dayanaklarının henüz tamamıyla ortadan kalkmamış olması durumudur. İşgalden kurtarılan memleketlerdeki iç mukavemet hareketlerinin ve ülkedeki gerçek demokratların, kartellerin, tröstlerin kaldırılma­sını, büyük sanayinin devletleştirilmesini istemeleri de faşizmin temel direğini söküp atmak gayesiyledir.

HARPTEN SONRA FAŞİZM

BEHÎCE BORAN

Avrupa'da harbin sona erişi ile faşist devletler yere serildiler, fakat bu rejim­lerin dayanağı olan büyük sermaye gurupları hâlâ ayakta duruyor ve gazete hava­dislerine bakılırsa, dokuz canlı canavar gibi, bu harbin sonunda da kıllarına zarar gelmeden kurtulmak için şimdiden dolap çevirmeye başlamışlar. Alman ve İtalyan finans ve büyük sanayi sermayesinin âkıbeti barışın halletmesi gereken en önemli meselelerden biridir. Faşizmin kökü kazınması için bu sermaye saltanatının yıkıl­ması elzem.

Hepsi bu kadar da değil! Garp demokrasilerinin kendilerinde de büyük sermaye temerküzü var ve bu sermaye bu memleketlerin ekonomisini —büyük mikyasta siyasetlerini de— avuçları içine almıştır. Fransız ekonomisine iki yüz, Amerikan ekonomisine altmış, İngiltere ekonomisine de yine bir avuç sermayedar aile hâ­kim. En mühim istihsal şubelerinde inhisarcı tröstler istedikleri gibi hüküm sürü­yorlar. Küçük müstahsiller rekabet edemiyerek durmadan alta gidiyorlar. Milletin büyük ekseriyeti şirketlerin hizmetinde aylıkla veya gündelikle çalışan müstah­demler haline gelmiş, bu insanların bütün mukadderatı küçük bir sermayedar gurubun elindedir. İktisadî hayat tepeden inme, müthiş teşkilâtlı, müstebit disip­linli bir hal almıştır, bu alanda ferdin hiç bir hürriyeti yoktur. Bu vaziyette siyasî demokrasi de mâna ve kıymetinden kaybetmiştir. Roosevelt'in dediği gibi, iş bulmak, hayatını kazanmak hürriyetine sahip olmıyan insanın, rey sandığı başındaki siyasî hürriyeti büyük bir şey ifade etmez. Bırakın ki iktisadî diktatörlük bu kadar kuv­vetlenince siyasî demokratik haklar da, tamamiyle değilse bile büyük mikyasta, iktisadî kudreti elinde tutanların lehine işler olur.

Böyle, ister mağlûp, ister galip olsun, ileri teknikli garp sanayii memleket­lerinde büyük sermaye guruplarını ve bunların teşkil tröstleri, kartelleri, korporasyonları temizlemek, bunların kontrolleri altındaki sanayii, malî ve kredi müessese­lerini ve ulaştırma vasıtalarını devletleştirmek gerekiyor: Bugün İngiltere'deki seçim mücadelesinin, Fransa'da kurtuluştan beri devam eden huzursuzluk ve çekişmelerin,

Belçika'daki kıratlık meselesinin, İtalya'daki kargaşalıkların altında, doğrudan doğ­ruya veya dolayısile, hep bu büyük sermaye saltanatı meselesi vardır.

Harpten önce, geri teknikli ziraî memleketlerde faşizmin direği bilhassa dere­beylik artığı büyük toprak mülkiyeti olmuştu; onun için bugün bu çeşit kurtarılmış memleketlerde İlk iş olarak büyük malikânelerin toprağı işliyen köylüye yaptıklarını ve bu zamane derebeylerine bir tazminat bile verilmediğini görüyoruz. Diğer taraf­tan bu memleketler mevcut büyük teşekküller haline temerküz etmiş olan sanayi­lerini devletleştiriyorlar. Bu memleketlerin ziraat ve sanayi alanında aldıkları bu tedbirleri sadece iç reform hareketleri olarak görmek dar bir görüş olur; bu hareketler faşizmle mücadelenin devamını, faşizmin ortadan kaldırılışını gös­teriyor.

Büyük, inhisarcı sermaye temerküzüne karşı açılan mücadele cemiyetlerin iç bünyesi bakımından faşizmin kökünün kazınması demekse, dış münasebetler bakımından' da harplerin kaldırılmasına doğru gidiş demektir. Modern harpler, emperyalist harplerdir. Emperyalizm ise büyük malî-sınaî sermayenin temerküzü­nün doğurduğu bir neticedir; bu sermayenin, daha geri memleketlerin tabiî kaynak­larını ve insan emeğini sömürmesi demektir; böyle sömürülen memleketler geri, fakir kalmıya ve siyasî bakımdan sömüren sermayedar memlekete bağlı olmıya mahkûmdurlar, emperyalist memleketler arasındaki rekabetler ve zıddiyetler ta­rihin kaydetmediği korkunç harplere yol açıyor.

Şu halde, bugün çeşitli memleketlerde, büyük sermayenin saltanatını yıkmak için açılan mücadele dünya barışının en birinci garantisidir. Milletler arasında güvenlik teşkilâtı, muahedeler, anlaşmalar, ancak, barışı mümkün kılacak gerçek Şartlar mevcut olduğu takdirde işe yarıyabilir. Emperyalizm dünyadan kalkmadıkça dünya barışı uzun zaman gerçekleşemez; emperyalizmin kalkması ise iç bünyelerde büyük sermaye saltanatının yıkılışına bağlıdır. Büyük sermaye saltanatının yıkılışı, (bundan önceki makalemizde gördük) faşizmin kökünün kazınışı demektir. Öyle ise, burada gayet mühim sosyolojik bir neticeye geliyoruz: cemiyetlerin Iç bünye durumlarıyla cemiyetlerarası, yani milletlerarası münasebetler durumu birbirine bağlıdır. Milletler arasındaki dünya nizamı, milletlerin iç bünyelerinin ne olacağı meselesinden ayrılamaz. Ancak, iç bünyelerinde insanın insanı istismar etmediği cemiyetler arasındadır ki, bir milletin diğerini istismar etmediği eşit ve âdil bir dünya nizamı kurulabilir.


Hiç yorum yok: