4 Haziran 2014 Çarşamba

TANRI VE IŞIK İNSANI (KIZILBAŞ)…




Remzi Aydın

Kaydedilen Yer > Alevilik, Dersim, Dersim Sözlü Tarih Projesi, Dersim Tarih, Editörün Seçtikleri, Erzincan, İnanç-Ziyaret, Manşet, Pülümür, Toplumsal Bellek, Yazarlar
Sosyal Medyada Paylaş
—Yavaş gidersen etrafını daha iyi görürsün, olayları daha rahat kavrarsın, kalbinin ritmi bozulmaz, dikkatin dağılmaz, doğru nefes alırsın. O nedenle ruh ve beden aynı hızda hareket etmeli.

—Aç bir insana benziyorum değil mi? Yemeğe saldırınca hem çiğnemeden yuttuğum için lezzetini kaçırıyorum, hem de boğulma riskim var, üstelik midemi de rahatsız edebilir.

—Hım! Bak fotoğrafçı! Yaptım-ettim sözcükleri ancak Kamil insanın ağzında doğru ve gerçektir. Çünkü o Haq ile Haq olmuştur, dolayısı ile eylemi yapan Haq’ın kendisidir.

Bir işin olup olmayacağını sezinlemek, kavramak Tanrı isteği ile ortaya çıkar. O istekte; iç-dış etmenler yüzünden, aşamaların-suretlerin özü gereğidir. Bunlar birleşince, istekte gerçekleşir. İsteğin gerçekleşmesi, eylemin oluşmasını sağlar.  Dilersem-istersem yaparım bu bağlamda yanlış algıdır. Zahirin amacı batın, batının amacı ise zahir olmaktır. Zahir batına dönerek ruhuyla kucaklaşmak ister, batın ise zahire dönerek bedeniyle kucaklaşmak ister, bu kucaklaşma somutlaşmak demektir.  Bunu sağlayan; kendi nedenini içinde taşıyan “saf ışık” temelli istektir. “Saf ışık” tanrı olarak nitelendirildiğine göre; bu istek yasa olarak dışa vuran Tanrısal eğilimdir. Kişinin evrensel yasayı kavrayabilmesi için, Tanrının, neyi ve nasıl düşündüğünü bilmesi gerekir. Işık insanı bunu bilir. İnsan dışındaki tüm canlılar-organizmalar-cansızlar bu kavrayıştan yoksundur. Bu nedenle insan kavrayıp, bildikçe Tanrı da doğru orantıyla kavrayıp bilecektir. Konuşan Tanrı biçimindeki Işık İnsanı, Tanrıya göre her zaman daha bilgedir.

—Tanrı gibi düşünebilen insan! Tanrı ile hemhal olup, hasbıhal edebilme yeteneğine kavuşması demektir, ya da Tanrı’nın kendisiyle bütünleşip, sohbet edebilmesi gerekiyor.

—Fotoğrafçı! Şimdi anladın mı İnsan Tanrının yansıması değildir, aynadaki görüntüsü olamaz.

—Şayet öyle olursa, tanrı kendi bedeninden çıkarak yine kendini her yönüyle görme yeteneğine kavuşamamış demektir. Tanrı kendisiyle ilgili sadece görünen kadar bilgilenir bu da Tanrının kendisine ait diğer yönlerde cahil olması demektir.

Oldukça şaşkındım, bu güne dek insanın Haq’ın yansıması olduğunu düşünüyordum, oysa bu yaşlı tam tersini söylüyordu. Daha ben şaşkınlığımı atamadan konuşmasına devam etmeye başladı;

—Fotoğrafçı, Toprağın teni neden sapanla yarılır biliyor musun?

—Toprağı havalandırmak, yumuşatmak ve ekini toprağa gömebilmek için.

—Kısmen evet ama daha önemli sebepleri var. “Kel başa şimşir tarak” sözünü duymuşsundur.

—Evet, değersiz olan bir şeye fazla değer vermek anlamında kullanılır.

—Hım! Toprak sürülmeyince kel kafaya benzer. Sert tabaka ölür, ölü hücrelerle kapanarak kaymak bağlar,  alttaki canlı varlık üste çıkamaz, çünkü üstte sert katman oluşmuştur. Şimşir tarak tıpkı sapan gibidir, deriyi çizerek onu uyandırır. Derideki hücreler uyanır ve uyanmak canlılığın başlangıcı demektir. Çizeceksin, kanatacaksın ki; uyanma gerçekleşsin. Tabi bunu yaparken bir şeye daha dikkat etmelisin, kanattığın, çizdiğin, parçaladığın yerde deriyi mikroplardan korumalısın, cerahat (irin) oluşunu engellemelisin.

—Yani gerçekten kel kafaya şimşir tarak sürersek saç mı çıkar?

—Canlı hücredeki saç ölmez, öyleyse hücreleri sürekli uyanık tutmak gerekir. Toprak da saç gibidir, uyanık olduğu sürece ekini eksik olmaz.

Yaşlı adamın yüzüne bakıyorum, kellik ve toprakla ilgili verdiği bilgi ile nereye dikkat etmemi istiyordu, asıl konu neydi?

—Ölü olan şey hareket edemez, büyüyemez ve süreç içinde dağılır, yok olur. Bu ağaçlar, bitkiler ve hatta kaya için böyledir. Uyumak, ölümün provasıdır, o nedenle sürekli uyanık ol, uyurken bile uyanıklık haline devam et.

—Uyurken nasıl uyanık olacağım? Bedenin dinlenme ihtiyacını nasıl karşılayacağım. Toprak bile aylarca beyaz yorganın altında uyuyup dinlenmiyor mu?

—Karın içindeki kurtları ve gözle gözükmeyen canlıları ne yapacaksın fotoğrafçı? Toprakta yaşamın devamlılığı kesilmiyor, yaşam yerini başka bir yaşama bırakıyor, bu saygı ve doğanın bilinci gereğidir.

—Sert ve ölü toprak, üstünde beyaz yorgan ve altta canlılığın tüm hızıyla devamı! Bir sapan ya da şimşir tarak ile altın-üste gelmesi, ölü hücrenin parçalanarak atılması, canlılığın üste çıkması! Ruh ve beden ilişkisi bu değil mi Piro?

—Devam et fotoğrafçı!

—Tanrısal öz olan ruh, beden denilen ölü tabakanın altında. Şimşir tarak ile bu ölü tabakayı parçalamalı ve ruha inmeliyim, uyandırmalıyım bu beni. Tabakanın altında olan saf akıl, tarla sürer gibi alt üst ediler, o zaman da Tanrısal öz dışa çıkmış olur.

—Hım!

“Hım!” söyleyeceği tek şey bu muydu! Neden kara köpeğimi okşayacak bir söz duymuyordum ki?  İçimden geçenleri harf harf okuduğunu anımsayınca başımı önüme eğdim. Öylece yüzüme baktı, “hepsi bu mu?” dercesine.

—Toplumlar ve kültürler de tıpkı insan bedeni gibidir. Jar u Diyar topraklarında yaşayan Des’i-mu halkının üstündeki ölü toprağı kanatırcasına parçalamadıkça, altında ne olduğunu göremeyeceğiz. Şimşir tarağa ya da sapana ihtiyacımız var.

—Nedir bu sapan ya da şimşir tarak?

—Önce kabuklaşmış ve ölü ya da uyuyan tabakayı tespit etmem gerekiyor?

—Neyi bekliyorsun?

—Düşünüyorum!

—Düşünme, akıl yürütme! Her iki davranış seni yanılgıya götürür. Yanılgılı Bilim denilen o canavarın parmakları arasında darmadağın olmaya izin verme. Hisset ve sezinle, yüreğine sor bu soruyu cevap orada.

—Tamam! Işık Yolu olan Rae Haq ya da Rae Xızıri uyuyan tabaka, bu tabakayı sarmalayan ölüm tabakası ise Zone Xızıri ya da Kırmancıki (zone ma) dediğimiz ana dilimiz. İnancı koruyan ya da inancın saklandığı tabaka burası. Öyleyse öncelikle dili ölüm halinden kurtarmamız gerekecek. Dili parçalayıp uyandırdığımızda, dil içine şifrelenen Rae Xızıri denilen Işık Felsefesini de yüzeye çıkarmış oluruz.

—Söyle bakalım fotoğrafçı! Işık Toplumunu toptan yok etmek isteyen kişi hangi yöntemi kullanır sence?

—Öncelikle inancımızla başlar, çünkü inanç ritüelleri ve duazimamlar (deyişler) bizi geçmişe bağlayan yegane olgu. Fakat Duazimamları yok etmenin yolu dili yok etmekten geçiyor. Dil ile felsefe arasındaki bağı koparırsak her ikisini de yok etmiş sayılırız. Harflerin gücünü, titreşim sayısını, rengini, kokusunu bilmeyen ruhsal rahatsızlığın dışa yansıyan bedensel tarafı tedavi etmeye çalışan dil bilimciler yetiştirerek bu süreci hızlandırmak, dili ruhundan arındırarak maddeleştirmek bu ölümü gerçekleştirir.

—Bize dostmuş gibi gözüken kuklalar, bizim bu iki yanımızı kullanarak bize sokulurlar ve içimizden biriymiş gibi ilk önce bu dokuyu yok ederler.

—Peki Piro, şimşir tarak ya da sapan nedir?

—Çift taraflı olan şimşir tarağın bir tarafı kadın bir tarafı erkektir ve her diş toplumda bir bireydir. Kendi özüne yolculuk yapan her Işık İnsanı, ölü hücreyi parçalayacak dişlidir.

—Toplumu kavramak ve bilmek doğru teşhis için en önemli özellik galiba!

—Kavrama ve bilmenin sınırı yoktur. O nedenle Tanrı bu Dünya’nın hep cahilidir, insanın kavrayıp bildiği her şeyde tanrı bir parça daha cehaletten kurtulur. O nedenle Işık Felsefesi gerçek bilime, bilgiye, güneşe asla sırtını dönmez, dünün yanılgılı bilgileri ile nehir kenarında kumdan kaleler yaparak içine sığınmaz. Ortodoks inançlarla arasındaki en büyük fark budur. Her çağ kendi bilgisi ve kavrayışı ile hücresini yeniler ve uykudan uyanır. Uyuyan halkı isteyen egemen güçler, halkın ölü tabaka halinde yaşaması için Dini sürekli kullanır ve bu dogmatik bilgiler binlerce yıl öncesinin gerçeği ama bu günün yalanıdır.

Kou Maran dağının patika yoluna girmiştik. Kafamı kaldırıp o muhteşem dağa baktım ve hikâyesini düşündüm. Buraya ilk geldiğimde Piro’ya sormuştum;”neden buraya Kou Maran derler?” “Sae Maran” (yılan elması) sözcüğünü ilk kez o zaman duymuştum.  Bazıları buraya Sa-Maran (şahmaran) dağı der, yılanların şahı burada yaşarmış. Bazılarına göre ise Maran halkı burada yaşarmış, Desimu halkının atası sayılan bu halk yer altı şehrinde hala hayattaymış. O zamanlar bana çok ilginç ama olağanüstü bir masal olarak gelen bu bilgiler artık öyle değildi. Elma’nın artık yediğimiz elma olmadığını biliyordum, yılan ise bildiğimiz sürünen canlı değildi. Havva’nın yediği aden elması ve havayı kandıran yılan, cennetten kovulan adem hepsi çok farklı şeylerdi ve bu felsefede her batın zahiri ile kucaklaşabiliyor, bütünleşebiliyor ve bu birliktelikten saf bilgi doğuyordu. Kitabı Natık, iki bacılıklar, insan vücudundaki uyuyan yılan ve elma, bunlara oldukça uzaktım, hele bu topraklarda bunların karşılık bulabileceğini ya da membaasının burası olduğunu düşünmek çok zordu. Üstüne üstlük ışık insanının Havva ve Adem soyundan gelmediğini öğrendiğimde, Habil ile Kabil gibi neden düşünemediğimi anlamıştım. Ve sonrası; Hamuş!

Evren denilen kubbeyi ayakta tutan direktir... Onlar yok olduğunda evren de yok olacaktır.
Evren denilen kubbeyi ayakta tutan direktir… Onlar yok olduğunda evren de yok olacaktır.
------------

Piro-Işık insanı romanından -Remzi Aydın


Hiç yorum yok: