9 Kasım 2014 Pazar

Teşkilat-ı Mahsusa (3)




Sait Çetinoğlu

 TM’nın Misyonu

Dadrian,  Osmanlı savaşa henüz katılmadan İstanbul’da Ermenilere karşı bir birimin TM’nın oluşturulduğunu kaydeder. Bu birimin örgütlenmesinin Ege pratiklerinden edinilen tecrübelerden süzüldüğünü söylemekte sakınca yoktur. “Savaş başladığında, Ermeniler’i baskı ve terör altında tutma amacıyla çok gizli görev gücü oluşturuldu. Bu organ Milli Emniyet Müdürü ve Talat’ın yakın arkadaşı Canpolat, Polis Şefi ve Nazır Bedri, onun yardımcısı Mustafa Reşat [Mimaroğlu] ve Milli Emniyet Teşkilatının iki ayrı kısmının müdürleri Aziz [Akyürek] ve Esat [Ahmet Esat Uras] Beylerden oluşuyordu. Bu müdürler, özellikle de, 1915-1917 arasında Emniyet Müdürlüğü 3. Kısım ve Kısmi Siyasi şefi, akıcı biçimde Ermenice konuşan ve İs­tanbul’daki tanınmış ve aydın Ermeniler’e yönelik 11/24 Nisan tu­tuklamalarının başlıca organizatörlerinden biri olan Bedri ve yar­dımcısı Reşat, Ermeni soykırımının örgütlenmesinde kesin bir rol oynadılar. Aynı şeyler, yalnızca Milli Emniyet Müdürü olmakla kal­mayıp (savaş sırasında, kısa bir süre Dahiliye Nazırı olarak da gö­rev yapan), Osmanlı İmparatorluğu’nun Emniyet ve Jandarma[1] Teş­kilatı reisi de olan Canpolat için de söylenebilir. Vilayetlerde, teh­cirden sorumlu bu jandarma bölük ve müfrezeleri onun yetkisine ta­biydi.”[2]
Dadrian, bu toplantıda Britanyalı askeri yetkililerle ateş­kes görüşmeleri sırasında Milli Emniyet bürolarından birinin şefi olan ve sonunda, Ermeni soykırımı planının bir taslağını içeren çok gizli bir İttihadçı belgesini teslim etmeye zorlanan Esat Beyin [Ahmet Esat Uras] de yer aldığına işaret ederek, Esat Bey’in tasarlanan soykırımın ayrıntıla­rının tartışıldığı özel bir oturumun tutanağını tutmakla görevlendi­rilen kişi olarak, bizzat bir taslağı   hazırladığını kaydeder. O toplantının beş iştirak­çisi. Talat, Dr. Nazım ve Dr. Şakir, Canpolat ve Teşkilat-ı Mahsusa'nın gizli faaliyetlerinin planlama ve idaresinden sorumlu Erkanıharp II. Dairesi Müdürü Miralay Seyfi [Gn. Düzgören]  dir.[3] Görüldüğü gibi yönetici kadrolar –komite- parti, ordu ve güvenlik çemberinde şekillenmektedir. Zürcher, Taşra parti başkanlarının bazıları, Teşkilat-ı Mahsusa’nın siyasî iş­ler yöneticisi (ve İttihat ve Terakki merkez komite üyesi) Bahaettin Şakir’in yönetiminde Teşkilat-ı Mahsusa vasıtasıy­la düzenlenmiş olan bu kırıma yardımcı olduklarını kaydeder. [4] 

Ancak TM’nın 1915 Soykırım süreci ile ilişkilendirilmemesine  özen gösterilir. 2015/Soykırımın Yüzüncü yılı  stratejisi çerçevesinde yayınlanan çalışmalarda bu konunun  özellikle karartılmasına çabalanır: “Ermeni soykırımını savunan tarihçiler Teşkilat-ı Mahsusa’nın adını ortaya atmışlardır. Teşkilat-ı Mahsusa’nın soykırımı ger­çekleştirmiş olan örgüt olduğu iddiası, Andonyan belgelerin­den yola çıkılarak öne sürülmüştü. Gunter Lewy’nin verdiği bilgilere göre, Teşkilat-ı Mahsusa hakkındaki iddiaların bel­gelere dayandığı mevzusu tamamen asılsızdır. Ancak kuşkulu varsayımlarla bu belgelerin olduğunu söyleyenler de ortaya bir belge koyamamışlardır. İddialar tamamen varsayımlara da­yanmaktadır. Amerikalı araştırmacı Stoddart’a göre, Teşkilat-ı Mahsusa. Ermenilerin Sınır dışı edilmelerinde rol oynamamışlardı[r].”[5] Yazarın Teşkilat-ı Mahsusa hala bitmemiştir. Sözleriyle çalışmasını sonlandırmasının neyi amaçladığı ayrıca incelenmeyi gerektirmekte olduğunu söylemekte bir sakınca yoktur. [6]  
Popüler tarihçi ve Gazeteci Orhan Koloğlu’nun yine 2015 faaliyetleri çerçevesinde tanımlayabileceğimiz çalışmasında TM’nın Ermenilere Karşı Kuruldu Tezinin çürütülmesine yönelik uzun savunması yer alır. Koloğlu TM’yı Soykırımla ilişkilendirmez: Son zamanlarda Teşkilat-ı Mahsusa'nın sadece, 24 Nisan 1915'te başladığı ileri sürülen Ermeni Soykırımı kampanyası çerçevesinde kurulduğunu iddiaya kalkışanlara da rastlandı. Özellikle bu konuda­ki Türk resmi belgelerinin açıklanmamış olduğu ileri sürülüyor. Osmanlı Devleti'nin varlığını sürdürme sorununun daha çok Balkanlar ve Arap bölgelerinde yoğunlaşmaya zorladığı bir ortamda Ermeni so­rununun ikinci planda kaldığını kabul gerektiği kanısındayım. Zaten Ermenilerin de kendi eylemleriyle sonuç almak değil, Batılı devletleri tahrik edecek olaylarla onların müdahalesini temine çalıştıkları bili­niyor.”[7]der.

2015 hazırlıkları çerçevesindeki yeni yayınlanan  ve   her fani’nin çalışma olanağı bulamadığı Genelkurmay ATASE Başkanlığı’nda arşiv şube müdürlüğünü yürüten Ahmet Tetik’in çalışması da TM asli yönünü, soykırımla olan ilişkisinin karartılmasına yönelik olup  özenle 1915 soykırım Süreci ile TM’nın irtibatlandırılmamasına odaklıdır: “Trablusgarp Harbindeki gönüllü taburlar  teşebbüsü, Balkan Harbinde de devam ettirilir. Bu dönemde söz konusu birliklerin koordinasyonu İstanbul Muhafızlığı tarafından gerçekleştirilir. Teşkilat-ı Mahsusa adı altında sevk edilecek gönüllü taburla­rının vapurla şevkleri için, Başkumandanlıktan İstanbul Muha­fızlığı Erkân-ı Harbiyesine gereğinin yapılması emri verilir. Bu birliklerle ilgili yazışmalarda Teşkilat-ı Mahsusa Müfrezeleri ifadesi kullanılır. Bu müfrezelerin komutanları muvazzaf su­baylardır… Gö­nüllü taburlarına kayıt yaptıran gönüllülerle konturato yapıla­rak ücret ödenir… Burada [sözleşmede] açıkça görülen, teşkilat-ı mahsusa müfrezelerini teşkil eden gönüllülerle bir sözleşme-yapıldığı, kendilerine yeterli miktarda para ödendiğidir. İaşelerini kendilerinin bedelini ödeye­rek sağlamaları da bütün ihtiyaçları devlet tarafından karşılanan düzenli ordu birliklerindeki personelden ayrıldıklarına işarettir.”[8] Biz buradan gönüllülerin [ki bunlara çete denilmektedir] yağmada serbest olduklarını anlıyoruz. Balkan savaşında kullanılan gönüllülerin harbiye Nezaretine gönderilmesinde Müdafaa-i milliye Cemiyeti aracı rol oynarken Cemiyet tarafından gönüllülerle sözleşme yapılmıştır: “Burada açıkça görülen, teşkilat-ı mahsusa müfrezelerini teşkil eden gönüllülerle bir sözleşme yapıldığı, kendilerine yeterli miktarda para ödendiğidir. İaşelerini kendilerinin bedelini ödeye­rek sağlamaları da bütün ihtiyaçları devlet tarafından karşılanan düzenli ordu birliklerindeki personelden ayrıldıklarına işarettir.”[9] Harbiye nezareti 16 Mart 1913 tarihli onayıyla gönüllü olarak Harbe Katılacakların Tabi Olacakları yönetmeliği hazırlayarak yaklaşık bir buçuk yıl sonra ilan edilen seferberlikle birlikte kurulan gönüllü birliklerin kuruluş yapılarının neye da­yandığını ortaya koymaktadır.[10]TM ile ilgili hazırlıkların 1913 yılından itibaren sistemli olarak yürütüldüğünü  söylemek mümkündür.
TM ile ilgili ilk inceleme niteliğindeki P. H. Stoddard’ın çalışmasında TM’nın  “Balkan Savaşı sırasında Rumeli’de yürüttüğü başarısız harekâtlarla başlayarak, Teşkilât-ı Mahsusa’nın faaliyetleri tedricî olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun bütününü kapsadı”ğını söylemesine rağmen, TM’nın sadece dış bölgelerde yaptığı çalışma ve operasyonlardan söz eder. Hatta Kafkaslardaki çalışmalardan söz etmediği gibi.  Kuşçubaşı Eşref ile yaptığı uzun mülakata rağmen Ege bölgesindeki Balkan savaşı sonrası ve Birinci Savaş öncesi TM operasyonlardan söz etmez. TM ‘nın  1915 Soykırım sürecindeki faaliyetlerinden bahsetmekten kaçınarak, bir yandan  “Teşkilât-ı Mahsusa’nın dayandığı ideolojik temel ve uygu­laması gereken politikalar açık seçik tanımlanmamıştı.” Derken diğer yandan ideolojik amaç tanımlanması yapmaktadır: “Bu teşkilâtın gayesi, bir taraftan bütün İslâmları bir bayrak altında toplamak bu suretle Panislâmizm’e vâsıl olmaktır. Diğer taraftan da Türk ırkını siyasî bir birlik içinde bulundurmak, bu bakımdan da Pantürkizm’i hakikat sahasına sokmaktır.” [11] İki yargı ile Stoddard kendisiyle çelişme pahasına TM’nın Soykırım sürecindeki ölümcül  operasyonlarını es geçer.


Oysa Teşkilat-ı Mahsusa’nın çalışmaları döneminde alenidir ve çete mensupları ortalıkta eğitimlerini yürütmektedirler. Harbiye Nezareti  Ordu dairesi Başkan Vekili miralay Behiç Erkin hatıratında “Harbiye Nezareti meydanında çete men­supları[12] talim ediyorlardı.” Sözleri bu aleniyeti kaydeder. Teşkilat etrafında örülen giz teşkilatın işlediği suçlar ve bu suçların ve  suçluların kurucu babalarla olan kopmaz bağlarıdır. Behiç Bey Hatıratında, TM’nın lağvedilmesine de değinir;  “Bir sırasını getirip Enver Paşa'ya bunların zararla­rından bahsederek ilgasını teklif ettim; bilâ-itiraz kabul etti. Cayar diye Merkez Komutanlığı'na verilecek emri ben imzalayıp gönderdim. Emrivaki oldu, böylece çeteler de lağvolundu.”[13] Sözleri Akçam’ın başlangıçta Harbiye Nezareti bün­yesinde kurulan Teşkilât-ı Mahsusa, özellikle Doğu bölgesinde, orduya doğrudan bağlı çeteler oluşturmuştu. Daha sonra, ordu ile bu çeteler arasındaki önemli sorunlar çıkmıştı… Dolayısıyla Şubat sonrası Ordu ile ilişkisi kesilen Teşkilât-ı Mahsusa çetele­rinin doğrudan Partiye Bağlı olarak çalışmaya devam ettiğini kabul etmek gerekiyor… Özellikle Ermeni Kırımı sırasında Parti ile Teşkilât-ı Mah­susa arasında çok yoğun bir ortak çalışma söz konusu olmuş­tur.” Sözleriyle uyumludur.[14]

Behiç Erkin,  etrafında bir “efsane” örülen  İttihat ve Terakki’nin ünlü fedaisi ve savaş sırasındaki Teşkilat-ı Mahsusa komutanlarından Yakup Cemil şahsında teşkilatın yapısı  hakkında da önemli bilgiler verir: “Merkez Komutanı Albay Cevad Bey, bana telefon ederek “… Yakup Cemil'i tevkif ettim" dedi. Ben de çok memnun olduğumu söyledim.
Bu meselenin künhüne [aslına] vâkıf olamadım. Enver Paşa'dan kurtulmak için Talât Paşa'nın bu işi teşvik ettiğini söylerler. Maamafih Yakup Cemil hakkında divan-ı harbin verdiği idam kararının hafifletilmesini rica eden Merkez Ko­mutanı Cevad Bey'in tezkeresi altına, o günlerde Harbiye Nâzırı vekili olan Talât Paşa'nın, “Bu gibilerin vücudunun izalesi [ortadan kaldırılması] müreccahdır [tercih edilir]” diyerek idam kararını tasdik ettiğini Cevad Bey'den duydum. Böylece, Talat’ın  bir önemli  kanıtı daha ortadan kaldırdığını söyleyebiliriz.
Hakikaten bu Yakup Cemil'in çeteleriyle yapmadığı zulüm kalmamıştır; idamında çok isabet vardır.”[15]
Dönemin istihbarat subaylarından Ahmet Refik (Altınay) de çalışmasında bu durumları daha net ifadelerle belgeler: “Harbin hidâyetinde [başlangıcında] Anadolu'ya İstanbul'dan bir çok çeteler gönderilmişti. Bu çeteler, mahbesten çıkarılan katillerden ve hırsız­lardan mürekkebdi. Bunlar Harbiye Nezareti meyda­nında bir hafta talim görürler, Teşkilat-ı Mahsusa marifetiyle Kafkas hududuna gönderilirlerdi. Ermeni mezaliminde en büyük cinayetleri bu çeteler ika' etti­ler [gerçekleştirdiler].”  [16]
Ahmet Refik, TM çetelerine ve yapıkları zulümlere dair bilgilendirmeye devam eder: … Uzunu Çerkez Ahmet, öteki mülazım Halil'di. Bunlar Teşkilat-ı Mahsusa marifetiyle gönderilen çete reisleriydi. Hususuyla Halil'in gazâsı daha büyüktü. Bu mücahit mebus Sûdi Bey'in[17] çetesi Ardahan'a girdiği sırada o da Artvin'e gitmiş, bu güzel beldede yaşayan mesut Ermenileri perişan eylemişti. Bu felaketi daha Ulukışla'da bulunduğum zaman işitmiştim. Bir Alman gazetesi­nin muhabiri menfur [iğrenç] çeteler cinayetlerinden nefret ediyordu:
— Görseniz, diyordu, ne zalimane hareketlerde bulundular! Lanet olsun,…
Alman gazetesi muhabirinin bu sözleri birer ha­kikatti. Üç sene sonra Artvin'e gittiğim zaman, bunun ne derece doğru olduğunu gördüm. Zavallı Ermeni ka­dınları, Türk üniforması gördükleri zaman ezile büzüle duvar diplerine sokuluyorlardı… Halil ve avanesi Artvin halkına o kadar zulüm etmişlerdi ki, Ermenilerin teşviki üzerine Rus hükümeti tarafından Sibir­ya'ya sürülen İsmail Ağa, bu bedbaht halkın çektiklerine dilhun olmuş [içi kan ağlamış] , Rus ordusunun ricatını müteakip Ermenileri tecavüzden vikaye eylemişti [esirgemişti].
Çerkez Ahmet, Ermeni fecayii için mühim bir vesika idi. Bu kanlı hadisenin safahatını bizzat fai­linden dinlemek istedim. Çerkez Ahmet'e Vilâyat-ı Şarkîye'de neler yaptığım sordum. Çizmeli ayak­larım birbirinin üstüne attı, cigarasının dumanlarım karşısına doğru savurdu:
Bey birader, dedi, şu hal namusuma doku­nuyor. Ben bu vatana hizmet ettim. Gidin, görün, Van ve havalisini Kâbe toprağına döndürdüm. Bugün ora­da tek bir Ermeniye tesadüf edemezsiniz. Vatana bu kadar hizmet ettim; sonra o Talat gibi hergeleler İs­tanbul'da buzlu bira içsinler, beni de böyle tahte'l-hıfz [muhafaza altında]  getirtsinler, yok bu haysiyetime dokunuyor![18]
TM çeteleri ve marifetleriyle ilgili kaynaklar çoktur. Bir gönüllü başından geçenleri şöyle nakleder: “Ben de Harbiye Nezaretinde birçok kişi tanırdım. Fa­kat harpten sonra orası bir neferin, eşiğinden adım bile atamıyacağı korkunç bir üniformalar sarayı olmuştu. Birisi bana Merkez-i umumi’nin sivil çeteler yaptığını, bu çetelere bildiklerimizin kumanda ettiğini, gidip doktor Nazımı gör­mekliğimi söyledi. Sivil - askerliği tercih ediyordum. Hafta arası talimden sonra Merkeziumumi’ye gittim. Doktor Nazım bekleme odasına geldi; istediğimi kendisine anlattım. Yüzüme baktı, güldü:Biz çetelere hapishaneden adam alıyoruz, dedi. Senin gibi genç arkadaşların yeri orası değildir.  Bu kâtiller ordusundan birşey anlamadım. Kafamdaki harp şiiri söndü. Tersyüzü gene Harbiye mektebine döndüm.”[19] Genç asker öğrenci hayal kırıklığını ifade etmekten kendini alamaz.
Talat ve TM
Ancak Bu işin mimarı olan Talat inkara kalkışmamaktadır: “[U] mumi karargahta Ermenilerin tehciri hakkında bir kanun hazırlanarak heyeti vükelâya arzedildi. Ben bu kanunun tamamile tatbiki aleyhinde idim, Jandarmalar ta­mamen, polisler ise kısmen ordu hizmetine alınmış ve yerlerine milisler [çeteler olarak okuyun] konmuştu. Tehcirin bu vasıtalarla yapılması halinde çok çirkin neticeler elde edileceğini biliyordum. Binaenaleyh is­tikbali düşünerek, bu kanunun tatbik edilmemesinde ısrar et­tim ve meriyete girmesini de geciktirmeğe muvaffak oldum.”[20]
Cemal ve TM
Bir diğer sorumlu daha itirafta bulunurken kendini mümkün olduğu kadar sorumluluktan uzak tutmaktadır: “Bu sırada başkumandanlık vekaletiyle yapılan muhaberele­rim, ordunun harp ceridelerinde mahfuz olduğu için, somadan neşrolunduğu zaman anlaşılacaktır ki, ben Ermeniler’in Mezopo­tamya’ya gönderilmesindense Konya, Ankara ve Kastamonu gibi iç vilayetlerde yerleştirilmesini münasip görüyordum. Fakat dev­letçe hususi kanuna dayanarak teşebbüs edilmiş olan muameleye itiraz caiz olamayacağından Ermeni muhacir kafilelerinin Adana ve Halep üzerinden Mezopotamya’ya nakillerine mani olunma­masına dair kati emir aldığımdan çaresiz olarak razı oldum. O sırada Elazığ ve Diyarbakır vilayetlerinde Ermeni muhacir kafileler aleyhine tecavüzler yapıldığına dair uzaktan uzağa haber­ler alıyordum, tehcir muamelesi yalnız mülki memurlar tarafından idare olunuyor ve orduların bu işle hiç ilgisi bulunmuyordu. Fakat başka ordular mıntıkasında muhacirlere karşı yapılan tecavüzlerin benim ordu mıntıkamda da yapılmasına katiyen tahammül edemiyeceğimden bu hususta gayet şiddetli emirler vermeği kendim için bir mecburiyet telakkisi ettim.”[21] Diyerek kendini savunmaya çalışmaktadır. Oysa kurmay subayı Paşayı yalanlamaktadır: “Bir akşam üzeri Cebe­li Dürûz’un ta içerilerinde, harap bir köye geldik.
Viraneler Cemal Paşa’nın şerefine bayraklarla dona­tılmıştı. Donanmış viraneler, karşılayan, kasideler oku­yan, havaya silah atan halk arasında, bağırışlar ve alkış­lar içinde çıplak, kara kuru, iskelet halinde insanlar gördüm. Besbelli ki açtılar. Susuyorlardı. Ve alkışlamı­yorlardı; alkışlamaya bile takatları yok görünüyorlar­dı. Cemal Paşayı alkışlamayan veya alkışlayamayan yahut alkışlamayabilen bu adamlar kimlerdi? Merak et­tim ve sordum. Göçmenlermiş.
Cebeli Dürûz ordunun zahire ambarıydı ve hasat vak­ti idi. Her tarafta tepecikler halinde hububat yığılıydı. Konak yerinde Cemal Paşadan istirham ettim: “Şu zaval­lılara bir iki ton buğday ihsan buyurulsa.”
Cemal Paşa, “Fuad Bey! Sen daha hâlâ anlamadın mı?” dedi. Ordu Erkânıharbiye Reisi kalın kafalıydı ve sahiden daha hâlâ anlamamıştı. Anlamadığı içindir ki kudretli ve semahatli [cömert] kumandanından bunlar için iki ton buğday niyaz etmişti.
Kumandanımın cevabına şaştım ve sustum.”[22]
TM’ın Savaş Öncesi Tarihi Ermenistan’daki Operasyonları
Çetelerin oluşturulmasından hemen sonra, Ağustos ayı ile bir­likte Rusya içlerinde askeri eylemlere başlanır. Aynı zamanda bölgede Ermenilere yönelik saldırılar ve katliamlar gündeme gelir. Özellikle Kafkas sınırlarında, Ermeni köylerine, entelektü­ellerine, politik ve dini liderlere yönelik saldırılar tek tek de ol­sa Eylül ayı ile birlikte başlamıştır. "Çeteler, asıl görevlerini Er­meni köylerini basmak ve yağma etmek olarak görüyorlardı. Eğer erkekleri ele geçiremezlerse, kadınların ırzına geçiyorlar ve ellerinde para ve değerli olan ne varsa vermeye zorluyorlardı.[23]
Dadrian,   Ermenilere karşı saldırıların Bahattin Şakir’in bölgeye gelmesiyle birlikte sistematikleştiğinin altını çizer: “7 Kasım 1914’de Türkiye ve Rusya arasında savaşın patladığı günlerde, doğu sınır bölgelerindeki Ermeni sivil nüfusa karşı, oraya yerleştirilmiş Teşkilatı Mahsusa müfrezeleri tarafından mezalim başlatıldı. 1914 yılının Eylül ve Kasım aylarında, birtakım Ermeni hedeflerine, köylülerine, aydınlarına, kadınlarına, siyasi liderlerine ve rahiplerine yönelik seyrek saldırılar daha kötü şeylerin haberci­siydi. Bu olaylar, Dr. Behaeddin Şakir ve Teşkilatı Mahsusa takımı­nın 1914 Ağustos ayı sonlarında Erzurum’a varışlarına denk düş­mektedir.”[24]
Artvin 24 Kasım 1914’de, Ardahan 29 Aralık 1914’de, yani Sarıkamış bozgunundan önce ele geçirilmiştir.[25] Artvin’i ele geçiren Teşkilatı Mahsusa birimlerine, her ikisi de Trabzon’da vazifeli olan, eski topçu zabiti Rıza ve Katibi Mesul ve eski zabit Nail komuta ediyordu; Ardahan’ı ele geçirenler, Miralay Stange’ın bir alay gücüne sahip gerilla kolu üzerinde ku­manda yetkisi olan Behaeddin Şakir tarafından yönetiliyordu. Şakir, Yakup Cemil’in 2.000 haydutundan ve ‘deli’ Binbaşı Halit’in yö­nettiği ek bir müfrezeden yardım alıyordu. Tümü de, Teşkilatı Mahsusa’nın himayesinde gerçekleştirilen katliamların yürütülme­sindeki başlıca suç ortaklarıydı.” der[26]
Erzurum Konsolos Vekilinden (Scheubner-Richter)’den Olağanüstü Misyonla Konstantinopel Büyükelçiliği’ne Erzurum’dan 5 Ağustos 1915 tarihinde yolladığı raporda da aynı kişiler vurgulanır: “…[B]u kişiler Türkler tarafından geçici olarak fethedilen Ardanus, Ardahan, Oltu vd. yerlerde emsalsiz derecede şiddet uygulamış kişiler.”[27] Sözleriyle Teşkilat-ı Mahsusa’nın işlemlerini 1915 te de görevlerini ve işlevlerini sürdürdüklerini ifade eder.
Aslında bir yağma alışkanlığı ebedidir, sadece TM değil yerli halk da bir anlamda yağmacılığın müptelası olmuştur. Er­zurum Konsolosu Anders’in 17.1.14 günlü raporunda ilginç bir anekdot bulunur;  “Taşrada ardı arkası kesilmeyen ve genellik­le cuma namazının veya kasaba pazarının ardından yapılma­sı münasip bulunan bir katliam ve yağma müptelalığı yaratı­lır. Jöntürk devriminde izzet Paşa kaçar ama bu iptila kalır. Er­zurum Konsolosu Anders 16.01.1914 tarihli raporunda Erzu­rum’da kendinin örgütlediği bir nişancılık yarışmasının silah seslerini duyan ve yine cümbüş var sanan yağmacıların, he­men boş çuvallarla Ermeni mahallelerine geldiklerini yazıyor.”[28]
TM çeteleri de girdikleri bölgelerde yağmayı meşru görmektedirler, hatta elde ettikleri ganimetleri posta idaresi kanalıyla transfer de edilmektedir: “Evvelce Artvin’de çete kumandanı iken muharebede görülen cebâneti üzerine Yusufeli’ye iade edilen Galatalı Halil Bey, Artvin ahalisinden epeyce bir meblağ toplamıştır. Postahanede mümaileyhin [adı geçenin]  ‘Bayramiç’de pederi Döngelzâde Ali Ağa’ nâmına kadınların boynundan koparılmış sırf ziynet altunlarından ibaret altmış beş bin guruş kıymetinde emanet göndermiş olduğunu kayden gör­düm. Cürmün sübûtuna delil olmak itibariyle postahaneden zabt ve müsaderesi muvafıksa icrası...Dâhiliye Nezareti, bu olayla ilgili olarak Erzurum Valisi Tahsin Bey’e soruşturma emri verir. O da cevabında, Halil Bey’in burada kalmasının uygun olmadı­ğını, İstanbul’a çağrılarak orada divan-ı harbe verilmesini, hem kendisinin hem de Dr. Bahaddin Şâkir ve Hilmi Bey’in münasip gördüklerini açıklar. Dâhiliye Nâzırı Talat Bey, Halil Bey’in he­men tutuklanarak Erzurum’da divan-ı harbe verilmesi, söz konusu paralara ilişkin kayıtların divan-ı harbe gönderilmesi için Posta ve Telgraf Nezaretine yazıldığı, mahkemenin vereceği kararın uygu­lanmasının doğru olacağını Dr. Bahaddin Şâkir’e bildirir. Buna fırsat bulunmaz çünkü Mısır’a gitmek üzere Halil Bey izin alma­dan Yusufeli’nden ayrılmıştır.[29] Galatalı Halil Bey’in soruşturmaya uğraması gasptan dolayı değil elde ettiklerini zimmetine geçirmesindendir.
Alman konsolosu Schwarz  da 5 Aralık 1914 tarihinde Erzurum’dan yolladığı  rapor’unu “Erzurum ili çevresinde Ermenilere karşı yapılan saldırılar” olarak özetler: “Erzurum iline bağlı kırsal alanda yaşayan Ermeni halkı bazı gelişmelerden oldukça rahatsızlık duyuyor ve bu gelişmeleri yeni bir kıyımın habercisi olarak algılıyor. Erzurum yaylalarındaki Osni köyünde Aralık ayının birinci gününde üç Türk çete üyesi Ermeniler arasında oldukça saygınlığı olan bir pedere konuk olmuş, aynı kişinin evinde yemek yemiş ve sabahlamışlar. Ertesi günün sabahında pederi köyün çıkışına kadar kendilerine eşlik etmeye zorlamışlar. Köyün çıkışına gelindiğinde ise pederi kurşunlayarak öldürmüşlerdir…”[30]
TM Kafkas Müfrezesi komutanlarından Tevfik Bey’in TM heyet-i muhteremesine gönderdiği 6 Eylül 1914 tarihli yazıdaki. “Ben her ihtimale karşı hazırlanmaktayım. Evvela ilan-ı harbi müteakip dahildeki çiyanları körletmek ve bedeni bunların mazarratından def etmek istiyorum.”[31] Sözleri TM müfrezelerinin örgütlenme nedenlerini açıklamaktadır.
Erzurum komiser yardımcısı İşvok’un Taşnaklara mensup olduğunu, acil olarak buradan başka bir yere gönderilmesinin yada azlinin uygun olacağı[32] görüşü de bu şekilde anlamak gerekir.
TM’nın kaynakları: Suçlular- Mahkûmlar...



[1] Savaş dönemindeki Jandarmayı profesyonel asker olarak düşünmemek gerekir. Cephaden kaçabilmek için “açıkgöz” siviller seferberlikte askerlik hizmetini jandarmada geçirmektedirler.
[2] Vahakn N. Dadrian, Ermeni Soykırımında Kurumsal Roller, çev. Attila Tuygan, Belge Y.2004 s 28
[3] Vahakn N. Dadrian, Ermeni Soykırımında Kurumsal Roller, çev. Attila Tuygan, Belge Y.2004 s 28
[4] Erik Jan Zürcher, Modern Türkiye’nin Tarihi… s 171
[5] Şükrü Altın, Teşkilat-ı Mahsusa, Bir Gizli Teşkilatın Öyküsü, İlgi kitap, 2014, s 187-188
[6] Şükrü Altın, Teşkilat-ı Mahsusa… s 370 bu cümleden, 1960 Askeri darbesinden sonra oluşturulan Kurucu Meclis Başkanının  Enver’in damadı Kazım Orbay olması, 1960’ta oluşturulan restorasyon hükümetlerinde celalettin Uzer ile vefik Prinççioğlunun yer alması, 1980 askeri darbesinden sonra oluşturulan meclis’e Adana temsilcisi olarak Turgut Yeğena’nın seçilmesi tesadüf olmasa gerek.
[7] Orhan Koloğlu, Curnalcilikten Teşkilat-ı Mahsusa’ya Kırmızı Kedi Y. 2012 s 132
[8] Ahmet Tetik, Teşkilat-ı Mahsusa (Umur-ı Şarkiyye Dairesi) Tarihi cilt I: 1914-1916, İşbankası Y. 2014, s 6-7
[9] Ahmet Tetik, aynı yerde
[10] Ahmet Tetik, aynı yerde
[11] Philip H. Stoddard, Teşkilat-ı Mahsusa… s 56
[12] Behiç erkin bu gibi çetelerin “milli mücadele” döneminde de kullanıldığını ve bu nedenle İsmet İnönü’nün Genel Kurmay ‘. Başkanlığını kabul etmediğini kaydeder. Ancak İnönü’den çekindiğinden Mustafa Kemal’e sığınır: “Bu aralık Anadolu'da, ordudan ziyade, çete şeklindeki gayr-i muntazam kuvvetlerle iş görüldüğünden ve ben bu gibi teşkilatın öteden beri aleyhinde olduğundan, bunlarla uğraşmaktaki müşkilâtı düşünerek, Genelkurmay İkinci Reisliği'ni kabul etmek istemiyordum. Mustafa Kemal Paşa'ya, İsmet Bey, benimle işbirliği yapmadı diye gücenir, siz lütfen bunu irade buyurunuz dedim. Paşa, Merak etme, ben ona izah ederim cevabını verdi.” Behiç Erkin Hatırat  1876-1958, Haz. Ali Birinci, TTK 2010  s 192
Kasap Osman lakaplı Hüdavendigâr [Bursa] ve havalisi Kuvâ-yı Tedibiye ve Akıncı Kumandanı ve Heyet-i Mahsusa Azasından Miralay Osman’ın ankara İstiklal Mahkemesinde yargılanması sırasında  9 Ağustos 1340 günlü savunmasında da suçlulardan oluşturulan çetelerden nasıl yararlandıklarını nakleder: “Gaye-i milliyenin mebdeinde âtik Hüdavendigar vilâyeti hududu dahilinde, bundan başka Biga, İzmit ve Bilecik sancakları da dâhil olduğu halde Hüdavendigâr ve havalisi Akıncı Kollan ve Kuvâ-yı Tedibiye ve, Alay (172) Kumandanı iken o hakir görülen kâtil âmidlerden 101 / senelikleri zabit, 15 senelikleri Çavuş, 10 senelikleri onbaşı, beş / senelikleri nefer tayin etmek suretiyle tevsian müfrezeler teşkil ve Y gaye-i milliye hizmet ve fedakârlıklan sayesinde Konya, Bolu, j Yozgat ve Manyas (‘ın) küçük ve büyük bilcümle isyanlarını itfada • ve bu hakimlerin hizmeti ile amâl-i milliyeyi istihsale muvaffak olduk.” Delibaş isyanının bastırılması sırasında Kasap Osman’ın yarattığı terörden sonra konya’da o tarihte Konya’daki çocuklar   Osman Bey geliyor diye korkutuluyordu Mete Tunçay, Eleştirel Tarih yazıları, Liberte y. 2005, s 109-110
Sivas Kongresi üyesi ve İtihatçıların ve Kemalistlerin Sivas mebusu Rasim Başara Kuva-yi Seyyare'nin misyonunun daha Sivas kongresinde belirlendiğini Mustafa Kemal'in şu sözleriyle doğrular: "Düşmanlarımızdan büyük devletlerin üzerimize ordular sevkile yeni baştan bir mücadeleye girmelerine bugünkü dahili ve askeri vaziyetleri asla müsait değildir. Bundan emin olmak lazımdır. Bizim mukavemetimize karşı ellerinde kullanacakları yegane kuvvet, yegane silah Yunan Ordusudur. Bir taraftan birkaç ay Gerilla muharebesile düşmanı işgal eder, diğer taraftan da yeni baştan ordumuzun tanzim ve takviyesile muntazam bir cephe teşkil edersek biraz geç de olsa Yunan ordusunun behemmal hakkından geliriz." Rasim Başara, Kıymetli Bir Hatıra, Tasviri Efkar,29 Ekim 1943
[13] Behiç Erkin Hatırat  1876-1958, Haz. Ali Birinci, TTK 2010  s 192
[14] Taner Akçam, İnsan Hakları…s 175
[15] Behiç Erkin Hatırat  1876-1958, Haz. Ali Birinci, TTK 2010  s 154-55
[16] Ahmet Rekif, İki komite İki Kıtal, Kebikeç Hz H. Koyokan,1994, s 27
[17] Sudi Bey Osmanlı Meclis-i Mebusan üyesidir.
[18] Ahmet Refik, İki komite İki Kıtal.. s 41-42
[19] Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, Remzi K.1938, s 35-36
[20] Talat Paşanın Hatıraları, neşreden Enver Bolayır, Günen y. 1946, s 63-64
[21] Cemal Paşa, Hatırat, haz. Metin Martı, arma 1996, s 369
[22] Ali Fuat Erden, Birinci Dünya Harbi’nde Suriye Harıraları, İş kültür y.  2003, s 270
[23] Taner Akçam, İnsan Hakları…s 241
[24] Vahakn N. Dadrian, Ermeni Soykırımında Kurumsal Roller, çev. Attila Tuygan, Belge Y.2004 s 115
[25] Ali İhsan Sabis , Harb Hatıralarım 24. 11. 1914 ‘de TM’dan Rıza Bey Müfrezesi  Artvin şehrini ele geçirdi[ğini] kaydeder. Ali İhsan Sabis, Harb Harıralarım, Güneş M. 1951, s 95
Sabis: “Bugün 29.12.1914  de Stange müfrezesiyle Bahaddin Şakir ve Yakup Cemil gönüllü kuvvetleri Ardahan’a girmişlerdir.” Ali İhsan Sabis, Harb Harıralarım… s 147
[26] Vahakn N. Dadrian, Ermeni Soykırımında Kurumsal Roller… s 114-115
[27] Wolfgang Gust, Alman Belgeleri… s 348
[28] Serdar Dinçer, Alman Belgelerinde Alman – Türk silah Arkadaşlığı, iletişim Y. 2011 s 286-287
[29] ATAŞE, BDH Kol., Kls.246, D.1022, F.l-90, BOA, DH.ŞFR., D.459, V.39(l), BOA, DH.ŞFR., D.49, V.240(l)
BOA, DH.ŞFR., D.460, V.78 ATASE ve BOA’dan verilen referanslar Ahmet Tetik, Teşkilat-ı Mahsusa çalışmasından alınmıştır.
[30] Wolfgang Gust, Alman Belgeleri, Ermeni Soykırımı 1915-1916, Alman dışişleri Bakanlığı Siyasi arşiv Belgeleri, Çev Z. Hasançebi-A. Takcan, son red. S. Adalı- S. Çetinoğlu, Belge Y. 2012, s 195
[31] BOA, DH. ŞFR, D.48, V. 235 ve 267
[32] BOA, DH. ŞFR, D.440, V 121(1)

Hiç yorum yok: