8 Eylül 2014 Pazartesi

PKK-KDP...





Cemil Gündoğan

Kürdistan Post sayfası yöneticilerinden Hejarê Şamil’in 100 dolayında şahsiyete yönelttiği iki soruya tarafımdan verilmiş cevaplar var. Konu PKK-KDP çatışması.

SORU 1: PDK-PKK çatışmasının neden(ler)i nedir?

CEVAP: Tek paragraflık bir cevap istemişsiniz, fakat benim bunu tek paragrafa sığdırabilmem imkânsız. Bunda benim kişisel beceriksizliğimin rolü olabilir, ama esas neden KDP-PKK çatışmasının çok boyutlu karakteridir. KDP-PKK çatışmasını doğru anlayabilmek için bu çatışmanın hiç olmazsa en önemli boyutlarını bilmek veya hatırlamak gerekir. Bu çatışmanın: 
-Ekonomik boyutu vardır (örneğin bazı gümrüklerin, vergilerin ve insan kaynaklarının kontrolüyle ilgili çekişmeler), 
-Siyasal boyutu vardır (örneğin, siyasal alanda birçok yönden birbirleriyle çelişen pozisyonlarda konumlanmış durumdadırlar), 
-Sosyal boyutu vardır (örneğin, birinde kadınlar önemli bir yönetici güç iken, diğerinde kadının erkeği yönetmesini dünyanın sonu olarak gören erkeklerin sesleri partide hayli baskındır), 
-İdeolojik boyutu vardır (çatışmanın esas olarak buradaki ayrılıktan çıktığı düşüncesi yaygındır, fakat gerçeği yansıtmaz), 
-Kültürel boyutu vardır (örneğin biri muhafazakar, diğeri radikal bir modernizmin taşıyıcılığını yapar), 
-Kürdistan’ın bölünmüş olmasıyla ilgili boyutları vardır (KDP, Arap kontekstinde; PKK, Türk kontekstinde şekillenmiş partilerdir. Bu durum, başta örgütlenme ve siyaset yapma tarzı olmak üzere çok geniş alanlarda farklılıklar ve gerilimler yaratmaktadır),
-Kürdistan’ı işgal eden devletlerin Kürt hareketi içindeki istihbarat faaliyetleriyle ilgili boyutları vardır (komplo teorilerine göre çatışmanın esas kaynağı), 
-Küresel ve bölgesel güçlerin Kürdistan’a ve onu paylaşmış olan devletlere ilişkin politikalarıyla ilgili boyutları vardır (örneğin Türkiye, genellikle KDP’yi PKK’ye karşı; İran ve Irak ise genellikle PKK’yi KDP’ye karşı kışkırtırlar), 
-Her bir partinin kendi iç dengeleriyle ilgili boyutları vardır (istihbarat örgütlerinin müdahale etmek için kullandığı alanlardan biri), 
-Her bir partinin kendi parçasındaki rakip parti ve güçlerle olan ilişkileriyle ilgili boyutları vardır (örneğin KDP ile YNK’nin ilişkileri veya PKK ile AKP’nin ilişkileri, KDP ile PKK arasındaki çatışmaların doğrudan girdileri arasındadır),
Kısacası, sorunuzun cevabını tek bir paragrafta vermek zordur. Ama illaki tek bir cümleyle ifade et derseniz, bu kavganın nedeni, Kürdistan’daki iktidar mücadelesidir, demeyi tercih ederim. Çünkü iktidar, bildiğim kadarıyla, yukarıda sıralanan faktörlere tekabül eden alanların ezici çoğunluğunu birbirine bağlama kabiliyetine sahip yegâne alandır. 

SORU 2: “Örgütsel çıkarlara hayır” deyip Ebedi Kurdistan’a varmanın yolu yok mudur?

CEVAP: Önce sorudaki “ebedi” sıfatıyla ilgili bir noktaya değinmek istiyorum. Gerçek yaşamda ebedi devlet, ebedi ulus veya ebedi ülke olmaz. Bu tür ifadeler, güçlü bir ulusalcı isteğin belagatiyle ilgili şeylerdir, gerçeklikle değil. Bugün adına Kürdistan dediğimiz ülke, dün Merwan, Bekir, Medya, Urartu, Tuşba, Hurri, veya Mittan gibi çok değişik adlarla tanımlanıyordu, yarın da büyük ihtimalle başka adlarla tanımlanacaktır. Etnisite veya ulus, uzun insanlık tarihinin küçücük bir dilimine tekabül eden formasyonlardır. Bunların günümüz koşullarında sunduğu çerçevelerin ebediyete kadar baskın formatlar olarak kalacağını düşünmek için bilimsel bir sebep bulunmuyor.

Belagatle ilgili bu nottan sonra sorunun kendisine gelirsek,  cevap, böyle bir şeyin çok zor olduğudur. Çünkü “örgütsel çıkar”, bir ucuyla da içerideki iktidarla ilgili bir tanımdır ve bütün ulusal mücadeleler, aynı zamanda birer iç iktidar mücadelesi olarak doğarlar. Böyle olması, bizzat ulusal mücadeleye götüren itirazın karakteriyle ilgilidir. Kabaca tasvir edersek, bir ulusal mücadele, o mücadeleyi yürüten topluluğa ait geleneksel egemen sınıflar ile söz konusu topluluğu boyunduruk altında tutan yapı (ki genellikle işgalci bir devlettir) arasındaki geleneksel mutabakata sığmayan bir toplumsal grubun mevcut mutabakata itiraz etmesiyle başlar. Her şeyin başı olan bu itiraz, bir söylem olarak her zaman dışa yönelik biçimde kurulur (“sömürgecilik”, “yabancı boyunduruğu”, “işgal”, “ilhak” vs. gibi). Ama bu, sadece kâğıt üzerinde böyledir. Gerçekte ise oyuna dahil olmak isteyen yeni elit, eski mutabakatın hem dışarıdaki hem de içerideki ayaklarını aynı anda karşısına almak zorunda kalır. Bu mecburiyetin söyleme yansıyışı ise genellikle “sömürgeciler ve işbirlikçileri” ifadesiyle olur. Kısacası, alanda kendine yer açmak isteyen yeni bir elitin, dış güçlerin yanı sıra içerideki bazı güçlere de yönelmesi bir zorunluluktur. 
Bu zorunluluğun ortadan kalkması için, eski mutabakatın kurucularının kendi mutabakatlarını feshederek toplumsal yapının önlerine koyduğu yeni güç dengelerine uygun yeni bir mutabakat inşa etmeleri gerekir. Buna, “ulusal sorunun barışçı yollarla çözümü” diyoruz ve İsveç, İsviçre ve Çekoslovakya gibi genellikle zengin dünyaya ait birkaç istisna dışında örneklerine fazla rastlanmış değildir. Kalan bütün örneklerde eski mutabakatın tarafları, itirazcı eliti daha bebekken boğmak için ellerinden geleni yapmışlardır. Aynı şey Kürt örneği bakımından da geçerlidir. 1970’ler dünyasını hatırlayınız, bazı yerlerde, Kürt devrimcilerine, polis ve jandarmadan çok ağalar, beyler, şeyhler, pirler, dedeler, aşiret reisleri, komprador burjuvalar vb. saldırırdı. O tarihlerde “Kürtçü”lerin, Kürtçülükten çok “gomonist” veya “anarşit” gibi sıfatlarla tanımlanmalarının bir nedeni de buydu. Tersinden ele alırsak, dönemin aydınlarının sosyalizm ve komünizm söylemlerini bu kadar kolay benimsemelerinin bir nedeni de yine sözü edilen zorunlulukla ilgiliydi.

Buradaki zorunluluk ilişkisini doğru değerlendiremeyen bazı yorumcular veya bu ilişkiyi çarpıtarak kendilerine yeni bir ideolojik veya siyasi zemin yaratmak isteyen bazı siyasal güçler, bu çatışmaları, itirazı yapan elitin ideolojisiyle izah ederler. Fakat bu yorum, gerçeği yansıtmıyor. Çünkü ideoloji, kural olarak, burada belirleyici bir role sahip değildir. İdeoloji, bu çatışmayı şu veya bu biçimde veya yönde etkileyebilir; yani çatışmayı uzatabilir veya kısaltabilir, sıklaştırabilir veya seyreltebilir, daha kanlı biçimlere büründürebilir veya görece yumuşak tarzda yürümesine katkıda bulunabilir vs. ama kural olarak çatışmanın varlık koşullarını belirlemez. Bu nedenledir ki birbirine karşıt ideolojilere sahip değişik ulusal hareketler, özellikle çıkışta birbirlerine benzer işler yapmak zorunda kalmışlardır. Örneğin, Mustafa Barzani, güney Kürtlerinin yarısını oluşturan caş aşiretlere ve ağalara karşı savaşmak zorunda kalmıştır. PKK de aynı şeyi kuzeyde yapmıştır (korucu aşiretlere yönelik kıyımları hatırlayınız). Barzaniler, başta Talabani grubu olmak üzere kendi dışındaki Kürt ulusalcısı güçlere karşı kanlı kıyımlar yapmıştır (KDP’nin son altmış yılda dört parçada öldürdüğü Kürt hareketine mensup insanların sayısı, muhtemelen PKK’nin öldürdüklerinden daha fazladır). PKK de aynı şeyi dört parçada yapmıştır. Oysa Mustafa Barzani hareketi ile PKK, neredeyse birbirine karşıt ideolojilere sahip iki harekettir. Buradan da anlıyoruz ki, zaman zaman “örgütsel çıkar” tanımıyla da ilişkilendirilen çatışmaların varlık koşullarını belirleyen şey ideoloji değildir.

Aynı şekilde bu çatışmaların esas nedeni, egemen devletlerin Kürt hareketi içindeki istihbarat faaliyetleri de değildir. Bu faaliyetlerin de çatışmalarda belli bir rolü vardır, ama çatışmaların varlık koşullarını belirlemezler. Bu koşulları manipüle ederek sonuç almaya çalışırlar.

O halde gerçek nedenler nelerdir?

Bunlar, başlıcaları birinci soruda sıralanan alanlarla ilgili faktörlerdir. Bu faktörleri, kolaylık olsun diye, tarafların alanda tuttukları pozisyon ve tarafların pratik ihtiyaçları diye iki grup halinde toparlarsak, PKK ile KDP’nin çatışmaması için, öncelikle bu iki partinin pratik ihtiyaçları ile politik alanda tutmuş oldukları pozisyonlarının çelişik olmaması gerekir diyebiliriz. Bu olmadan, iki parti arasındaki bütün ideolojik farkları tasfiye etseniz de, iki partinin içindeki bütün ajanları temizleseniz de çatışma riskini ortadan kaldıramazsınız. Nitekim, daha düne kadar çatışacaklarmış havasında konuşan KDP ile PKK’nin, IŞİD saldırılarıyla birlikte birden ortak siperlere girmeleri, bu işin asli dinamiklerinin ideoloji veya egemen devletlerin istihbarat faaliyetleri olmadığını gösterir. Kürt hareketiyle ilgili analizlerdeki en ciddi yanlışlardan biri, analizcilerin sadece tarafların söylemlerinden hareket etmeleridir. Oysa aktörlerin söylemlerinden önce, onların alanda tuttukları yer ile pratik ihtiyaçlarına bakmak gerekiyor. Kürt partileri arasındaki çatışmaların gerçek dinamikleri burada yatıyor. Söylemler ancak bu çerçevede bir anlam kazanabilir veya kazanamaz. 

Böylece sorunuzun cevabı da ortaya çıkıyor: 

Sözü edilen partilerin menfaatlerini ortaklaştırmak tek başına bizim elimizdeki bir şey olmadığına göre sorunuzun cevabı, ne yazık ki olumsuzdur. 

Ancak bu, imkansız bir şey de değildir. Çünkü bazen bizim dışımızdaki koşullar bu iki partinin menfaatlerini ortaklaştırabilir (örneğin IŞİD saldırıları). Ama biz de iç kavgaya karşı oluşturacağımız güçlü bir bilinçle bu koşulların doğmasına katkıda bulunabiliriz.  Eğer Kürt halkı arasında iç çatışmaya karşı güçlü bir bilinç oluşturulabilirse, halkın birlik isteğini çiğneyecek olan parti politik planda büyük bir kayba uğrayacağı için menfaatleri gereği çatışmaya biraz daha mesafeli duracaktır. Bu nedenle ajanlara kafa yorduğumuz kadar, bu partilerin politik alanda tuttukları yerlerin ve menfaatlerinin uyumlulaştırılması gibi konulara da kafa yormamız gerekiyor. 

Cemil Gündoğan
2014-09-06

--------------------------------------
Bu röportaj, 2014-09-07 tarihinde Kürdistan Post sitesinde yayımlanmıştır: 
http://www.kurdistan-post.eu/tr/kurdistan/kurd-aydinlari-ne-dusunuyor-uc-gun-boyunca-surekli-guncellenecek 

Hiç yorum yok: