7 Ağustos 2014 Perşembe

Kardelen Soğanının Bahar Aşkı…


Asmên Ercan Gür

Bıçak gibi keskin ve soğuk rüzgarların estiği bir kış günüydü. Evrenin büyük ve sevimli yıldızı güneş, sıcak kolları ile yeryüzündeki her şeyi kucaklıyordu. Bu sıcak etki ile böyle günlerde soğuk rüzgarlar hükmümsüz kalıyordu. Bu günlerin birinde bu sımsıcak sevgiye Kardelen soğanı bu sevgiye karşılık vermek istedi…

Güneşin ılık ışıkları ile su damlalarına dönüşmeye yüz tutmuş kristalize kar tanelerinin incelmiş tabakası altındaki Kardelen filizi usul usul  kıpırdanmaya başladı. Nasıl kıpırdanmasın ki; su ve güneş ışıklarının kol kola oynadığı ‘renkler cümbüşü’ oyunu başını döndürmüş, aklını başından almıştı. Duyduğu mutluluk ve heyecana yenik düşerek; bir iki güne kalmadan; ürkek ve narin boynunu yumuşamış toprağı delip kristalize olmuş kar tanelerini de öteleyerek doğruldu…

Tekrar, yine, yeniden hayata; “mawê xer di! (merhaba!” dedi. Topraktan aldığı en güzel renklerini güneşe ve mavi gökyüzüne hediye etti. Onca karanlık günden sonra öylesine mutlu olmuştu ki Kardelen filizi…

Ancak bu mutluluğun doruğa çıktığı anlarda tuhaf bir korku da içten içe onu yokluyordu. Böyle anlarda mutluluğu yarım kalıyor ve yaşadığı bu dugudan nefret ediyordu…

Yine de kendini sorgulamadan edemiyordu: “Nedir bu çelişki? Bu güzel buluşmayı yaşıyorum ama; sanki diğerlerinden biraz farklı gibi…” diye ürpererek iç geçiriyordu. Bu sefer yalnız değildi Kardelen filizi. Nedense beraberinde kuşku ve korkularını da getirmişti. Bu duygularını zor da yok saydı, her daim yüzleşmekten ve sorgulamaktan kaçındı, erteledi bu duygularını. “Aman! Biraz tadını çıkarayım bu güzel havanın ve sıcaklığın…” diyerek…

Bunu diyordu ama bir tarafdan da; “Yok canım! Olur böyle bazen arada bir soğuk esintiler…” demekten de kendini alamıyordu. Bu duygulara iç geçiriyordu…

Sonraki bir kaç gün güneş hiç görünmedi. Böyle olunca ortalığı soğuk rüzgarlar kasıp kavurdu. Gökyüzünü beyaz, gri yüksek bulutlar;
dağların yamaçlarını da beyaz bir sis ve duman kaplamıştı. Bu yaklaşmakta olan tipinin habercisiydi. Bütün bu olan bitenler karşısında çılgına döndü Kardelen filizi. “Yer yarılsa da içine girsem!” diye düşündü; bilgisizliğinden, utancı ve kederinden…

Yanı başında kara gövdesi ile yıllara meydan okuyan şekok ağacına* baktı. Gözleri, henüz uykuda olan tomurcuklanmamış kuru dallarına takılınca, hepten söndü bütün umutları. Vücuduna çekilen can suyu o an buz kesti. Böylece bahara kavuşmak için yüreğinde yaktığı sevda ateşi de söndü, an be an…

Ona hayat veren, ona can veren su damlaları çoktan buz kristallerine dönmüştü bile. Sanki; oynanan bu oyunda hiç suçları yokmuşçasına. Kardelen filizi çaresizce bu kabusu bir an önce sona erdirmek için ince, narin gövdesini soğuk rüzgara ve havada dans ederek düşen kar tanelerine teslim etti…

Doğa bir kez daha bu vahşi ve amansız oyununu oynamıştı. Bu oyunda; bilgisizliğe, zayıflıklara ve aldanılmışlıklara yer yoktu. O, bu oyunu devamlı oynuyordu ve oynamaktaydı. Bu hep böyle oldu. Ta ki; insanoğlu ateşi, tekerleği ve buğdayı bulup da toprağa bağlandığı yerleşik hayata (cehenneme) geçinceye kadar…

Ondan sonrası mı? Ondan sonrası; kurallar ve oyuncular değişti. Daha çok Kardelen zamansız ve apansız toprağa düştü ve hala da düşmekte. Şimdilerde yaşamda kalanlar için utanılacak bir yaşam var ve her şey ters yüz, alt üst olmuş durumda…

Kardelen soğanı; “ışığın donuk boşluğunda”** geçici bir yenilgi yaşamıştı. Ama sonraki yıllar tekrar ve yeniden; ölüme ve bütün kötülüklere inat, barışa ve sevgiye, çocukların gülüşüne yani hayata, hep “Ma wê xer di!”*** dedi ve hala da demekte. Onca olanlara rağmen…

--------------

*  Armut ağacının küçük meyveli aşılanmamış yabanıl türü.

**öğretmen-yazar Nilüfer Altınbaş’a ait bir söz.

*** Dêsim Zonê Ma-Zazaki-Kırmanc’ki dilinde: Merhaba.






Hiç yorum yok: