18 Mart 2014 Salı

Erdoğan-Ergenekon İttifakı mı?..





Cemil Gündoğan
cemil_gundogan@yahoo.se

Seyredenler olmuştur, 25 Aralık operasyonunun ertesinde davet edildiğim IMC TV’deki bir programda Gülen cemaatiyle olan çatışmasında Erdoğan’ın tutabileceği dört muhtemel yol olduğunu ileri sürmüştüm. Koşullara bağlı olarak birbirlerini destekleyecek veya birbirlerinden bağımsız biçimde yürütülebileceğini varsaydığım bu dört alternatif şunlardı: 1-Ek dış destek bularak iktidarına yönelik saldırıyı göğüslemek. 2-Her şeye rağmen Cemaatle uzlaşarak sorunu çözmek. 3- Hali hazırda arkasında bulunan güçlü kitle desteğini her türlü yola başvurarak kemikleştirmek suretiyle tek başına direnmek. 4-İçeride yeni müttefikler bularak savunma cephesini genişletmek.

Kürtlerin önemli bir bölümü o sıralar dördüncü ihtimal dışındakilerle fazla ilgilenmiyordu. Bu ihtimale ilişkin yorumları ise kabaca şöyleydi: Erdoğan’ın Kürtler dışında ittifak yapabileceği güç kalmamıştır. Bu nedenle içeride müttefik aramaya yönelik her adım, pratikte AKP ile Kürtlerin ittifakı anlamına gelecektir. Kürtler mevcut krizde AKP’ye yakın durarak bu ittifakın yolunu kolaylaştıran bir politika gütmelidir.

Sözü edilen programda izah etmeye çalıştığım gibi, değişik kesimlerin değişik hesaplarla ileri sürdüğü bu tezin dayandığı ana varsayım yanlıştı. Çünkü Kürtler, Erdoğan’ın içeride ittifak yapabileceği tek güç değildi. Kürtlerden evvel Ergenekoncular vardı muhtemel müttefikler listesinde. Ergenekoncularla ittifak yapmak, Erdoğan açısından hem daha kolaydı hem de daha meşru. Böyle bir ittifakın önünde engel olarak görülen Erdoğan’ın özsel ordu karşıtlığı, bazı aydınların desteksiz atıflarından başka bir şey değildi. Erdoğan’ın amacı Türkiye’yi yönetmekti. Bu amaç gerektirdiğinde askerle çatışacağı gibi, aynı amaca hizmet ettiğinde pekâlâ Ergenekoncularla ittifak da yapabilirdi. Bu nedenle Kürtler, Erdoğan’ın ittifak yapma ihtimali olan güçler arasında dördüncü alternatifin son şıkkını oluşturuyorlardı. Bu koşullar altında Kürtlerin izlemeleri gereken siyaset Erdoğan’a en başından açık çek vermek değil, onu Kürt sorununu çözmeye mecbur bırakacak bir siyaset olmalıydı. Bu ise mevcut yönetememe krizinin aşağıdan, yani toplumsal dokudan yaratılacak baskılarla derinleştirilmesini öngörüyordu. (Sözü edilen televizyon programı şu linkte izlenebilir:

http://www.youtube.com/watch?v=K9Lv950CH1w&feature=youtu.be)

Bu tartışmanın üzerinden topu topu bir buçuk ay geçti. Ama olaylar öylesine hızlı aktı ki Kürtlerin bütün yumurtalarını AKP sepetine koymalarını öneren politikanın yanlış bir varsayım üzerine kurulmuş olduğu kısa sürede açığa çıktı. Erdoğan, 25 Aralıkta doğrudan kendisini sanık sandalyesine oturtmayı hedefleyen telefon kayıtlarının internete düşmesinden kısa bir süre sonra, yönünü bu kez açık biçimde Ergenekonculara çevirdi ve takip eden birkaç hafta içinde de Ergenekon tutuklularını serbest bırakan yasal düzenlemeleri gerçekleştirdi. Bu yazının yazıldığı gün itibarıyla Ergenekon davası sanıklarının ezici çoğunluğu serbest bırakılmış durumdaydı. PKK de önceki gün KCK adıyla yayımladığı bildirisinde AKP hükümetinin “demokratikleşme hamlesinin muhatabı olmaktan” çıktığını açıkladı.
***
PKK’nin bu yeni yönelişin içini nasıl dolduracağını bilmiyorum. Fakat yarın Öcalan’dan farklı bir açıklama gelirse kendi sözlerini yutacaklarını tahmin etmek zor değil. Tutsak bir lidere kayıtsız şartsız biat etme politikasının kaçınılmaz maliyetlerinden biridir bu. Dahası, açıklamanın eklektik ve çelişkilerle dolu niteliğine bakılırsa, yapılan deklarasyonun AKP’ye karşı tertiplenmiş bir “iyi polis/kötü polis” oyununun ürünü olduğu da düşünülebilir. İzleyenler bilir, Öcalan bir süre öncesine kadar PKK içinde bu oyuna izin vermiyordu. İyi polisi de kötü polisi de kendisi oynuyordu ve bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak iki rolü de

yüzüne gözüne bulaştırıyordu. Fakat son dönemlerde bu tutumunu gevşettiğine dair belirtiler var. Belki de oldubittiler nedeniyle bu noktaya gelmiş durumda. Sebep ne olursa olsun ortada böyle bir olgu var. Son açıklamada bir yandan AKP muhatap olmaktan çıktı denirken diğer yandan AKP’nin yeni-Osmanlıcılık siyasetinin Kürtler cephesindeki karşılığı olan Hamidiyeciliğin diplomatik metinlerdeki ifadesine dönüşmüş olan “Misak-ı Milli” lafının özel bir madde halinde vurgulanması, böyle bir iyi polis/kötü polis oyununu düşündürüyor.

Bu ve bunun gibi başka ihtimallerin varlığına rağmen, PKK’nin, Erdoğan’ın Ergenekoncularla ittifak kurmaya yöneldiği bir dönemde yeni bir politik tutum belirlemeye çalışıyor olmasının bizzat kendisi önemlidir ve şimdiye kadarki açıkça ilan edilmiş AKP destekçiliğiyle karakterize olan politikasına oranla doğru yönde atılmış bir adımdır. Umarım bu adım Kürtlerle Alevilerin, Müslüman olmayan azınlıkların, devrimci-demokrat solcuların, liberallerin ve demokrat İslamcıların ittifakını sağlayıp geliştirir ve AKP-Cemaat-Ergenekon üçlüsünün karşısında (bazen de arasında) daha pro-aktif bir politikayı mümkün hale getirir. Böyle bir politika, hem Kürtlerin hem de Türklerin yararına olacaktır.
***
Erdoğan’ın Ergenekon’a zeytin dalı uzatma yönündeki hamlesi sadece PKK’nin konumunu etkilemiyor. Erdoğan’dan böyle bir davranış beklemeyen aydınlar arasında da karışıklıklar ve şaşkınlıklar yaratıyor. Bu kişiler Erdoğan’ın şimdiye kadarki otoriterleşme yönündeki hamlelerine iyi-kötü bir kılıf bulabiliyorlardı. Ancak katilliği herkesçe bilinen bazı Ergenekon sanıklarını göz göre göre tahliye etmesini izah etmekte zorlandılar. Erdoğan’ın son on yıldır Kemalist bürokrasiye karşı bir devrim yapmakta olduğuna gerçekten inanan veya inanmış görünmeyi çıkarlarına uygun bulan bu yazarlar, şu sıralar o muazzam “devrim”in nasıl ellerinden kaymakta olduğuna dair hayıflanmalar kaleme almakla meşguller.

Diğer bazıları, “böyle olması gerekmezdi” inlemesinin eşlik ettiği bir kaderciliğe sapmış görünüyorlar. Kendilerini olayların akışına bırakmış gibi bir halleri var.

Bir de dinci harekete Türkiye’yi demokratikleştirmede neredeyse özsel misyonlar yükleme noktasına savrulmuş eski solcular ve liberaller var. Onlar da Erdoğan’ın yeni yönelişine rasyonel kılıflar uydurmakla meşguller. E. Mahçupyan’ın, Erdoğan’ın askerlerle flörtünü Kürt sorununu çözmeye yönelik yeni bir iktidar bloku inşa etme girişimi olarak lanse etmesi örneğinde olduğu gibi.

Son olarak, Erdoğan’ın yeni yönelişini Ergenekonla gerçek bir ittifak değil de Cemaat belasından kurtulmak için başvurulmuş geçici bir manevra olarak anlamak eğiliminde olan yazarlar var. Bu tür yorumculara göre, Erdoğan Cemaat belasını savdıktan sonra tekrar Ergenekoncuları dövmeye başlayacaktır. “Ergenekon generalleri beraat etmedi, sadece tahliye oldular!” diyen yazarların bir kısmı bu mezheptendir.

Aslına bakarsanız bu düşüncede belli bir gerçeklik payı vardır. Çünkü ilk olarak hiçbir kişi veya parti elindeki iktidarı başkasıyla paylaşmayı istemez; paylaşmak zorunda kaldığında da onu geri alma eğilimi taşır. Bu ilişki, iktidarın mantığına içkindir. İkinci olarak da Ergenekoncular Erdoğan eliyle serbest bırakılmış olsalar bile yeni durumda Erdoğan’ınkini değil, kendi oyunlarını oynayacaklardır. Diğerleri bir yana, sırf bu iki nedenden ötürü, Erdoğan’ın kafasında ileride Ergenekonla yeniden hesaplaşma ihtimaline ilişkin fikirler dolaşıyor olabilir. Ancak bu tür fikirler mevcut güç dengeleri içinde gerçekleşebilir şeyler olmadıkları için Erdoğan’ın ileride yeniden Ergenekonla hesaplaşacağı iddiası boş bir umudun ifadesi olarak kalmaya mahkumdur.

Öte yandan Ergenekoncuların iktidar oyunlarına yeniden dahil olduklarını söylemek, Türkiye’yi önümüzdeki dönemde eski Kemalistlerin yöneteceği anlamına gelmez. Son gelişmeler, Ordu da dahil politika üzerinde etkisi olan bütün güç ve örgütlerin pozisyonunda

bazı değişiklikler yapacaktır. Bu cümleden olmak üzere Ordunun eli düne oranla biraz daha rahatlayabilir. Ne var ki bu durum, eski Kemalistlerin Türkiye’yi tek başlarına yönetmelerine yetmez. Bunun temel nedeni, Türk toplumunun derin toplumsal yarılmalarla bölünmüş olmasıdır. Bu toplumsal yarılmalar, son iki aydaki gelişmelerin bir kere daha gösterdiği gibi, yeni fay hatlarının eklenmesiyle genişleyip derinleşmektedir. Bu koşullar altında, Türkiye’yi tek başına yönetebilme kabiliyeti, giderek tesadüfe bağlı ve geçici bir niteliğe bürünmektedir. “AKP seçimlerde %50’den fazla oy alsa dahi Türkiye’yi eskisi gibi yönetemez”, diyenler bu nedenle haklıdırlar. Ama AKP için geçerli olan şey, eski Kemalistler için de geçerlidir. Onlar da Türkiye’yi tek başlarına yönetme kabiliyetine artık sahip değildirler. Böyle bir şeye kalkışırlarsa çok kısa süreli bir başarı sağlasalar bile Türkiye’yi Mısır’a veya Ukrayna’ya dönüştürmekten başka bir sonuç alamazlar.
***
Sonuç olarak, Erdoğan’ın yüzünü Ergenekonculara çevirmesiyle birlikte Türkiye’deki siyaset sahnesi yeniden şekillenecektir. Kırım krizinin frenleyici potansiyelini göz ardı etmeksizin ekleyelim ki bazı dış faktörler de bu şekilleniş üzerinde katkıda bulunacaklardır. Söz konusu şekillenişin Kürt hareketi üzerine de bazı etkileri olacaktır. Bugüne kadar Erdoğan destekçiliğiyle ayakta kalmaya çalışan Kürt muhaliflerinin ayaklarının altındaki toprağın kayması ihtimali bunlardan birisidir. “Erdoğan-Öcalan Yakınlaşmasının Muhaliflere Etkisi” başlıklı bir önceki yazımda, Öcalan’ın Erdoğan’a yaklaşmış olmasının bu kesimler üzerinde ne tür olumsuz etkiler yarattığını tartışmaya çalışmıştım. Öyle görünüyor ki, Erdoğan’ın yüzünü Ergenekonculara doğru çevirmiş olması, sözü edilen Kürt muhalifleri bakımından o yazıda tartışılanlardan da ciddi sorunlar doğurmaya adaydır.

Yine de her krizin, aynı zamanda köklü zihniyet değişikliklerini gerçekleştirmek bakımından bir fırsat olduğu gerçeğini hatırlamakta fayda var. Mevcut kriz hali de Hamidiyeci ideolojinin son on yılda Kürt aydın ve siyasetçilerinin bagajına kattığı açık ve gizli tortulardan arınmak ve Kürt hareketini, Türk siyasal sistemini oluşturan tarafların basit bir uzantısı olmaktan çıkararak kendi ayakları üzerinde durabilen toplumsal bir harekete dönüştürmek bakımından bir fırsata dönüştürülebilir.

Sizce böyle bir şeyi ummak çok mu safça olacaktır?

Bizdeki Hamidiyeci hegemonyayı besleyen Türkiye’deki merkezler birbirine girmişken.
Türkiye’deki merkezleri besleyen küresel aktörler konuyla ilgili politikalarını değiştiriyorken.
Ve son olarak korucular bile Türk siyasal bütünlüğünden kopma eğilimine girmişken.
2014-03-17

Hiç yorum yok: