6 Nisan 2015 Pazartesi

KADIN, DEVRİM, KIZILBAŞ, ÖZGÜRLÜK...




Remzi Aydın

...Dini tekelinde tutan zümre mutlak itaat isterken, siz; emeği elinde tutan halkın, mutlak güce sahip olmasını savundunuz. Bunu her aşamanızda rahatça görebiliyoruz. Babek, Babaî, Kalender Çelebi, Şeyh Bedrettin, Torlak, Babailer, Mazdekler, Hallac-ı Mansur, Pir Sultan Abdal ve diğer yansımalarınızda bu açıkça ortada. Üreten kadın bu anlamda sizin baş tacınız ve erkekle yan yana gözüküyor. Bu nedenlerden dolayı da katledilmeniz gerekirdi ya da onlara dönüşüp, kişiliksiz kalmanız gerekirdi. Her yol bu anlamda denendi. Siz, yılanı da kadını da inançlarınızda küçümsemediniz, her ikisini de hak ettiği yere koydunuz. Tabi bu hem zahir hem de batın anlamda. İnsanın çamurdan yaradılışını, cennet ve cehennemin ödülünü, cezasını, halifeyi ve hatta peygamberi ret ettiniz. Kutsal kitap olarak insan yüzünü ve sözünü gerçek kabul ettiniz. Kamilleriniz, Haq’a ve onun yansıması olan Halk’a devir-daim felsefesini kabullendi. Ezilenden, hor görülenden, yoksuldan ve zayıftan yana oldunuz, bu sizin ezilmeniz için yeterli sebep. Söylesene, Desim de o anlamda yetki ya da güç kimin tekelindedir?..” R.A

Susukunluk hakimdi, ılık bir rüzgar yalayıp geçti ruhumuzu belki de kan kokusuydu, kimbilir. Bu acılar hiç bitmedi, üçyüz yıl sonra Fuzuli boşuna şöyle dememişti;
Aceb yoh eylesem ikrâh ehl-i imândan,
Cemî‘-i zümre-i İslâm’dan olup bî-zâr, 
Necef’de bağlamayam Haq hidmetine kemer,
Gidüp Firenk diyârına bağlayam zünnâr…” 
İslam Dini’nin içindeyiz demekte bu halkı kurtarmamıştı, hep ötekiydi. Topraklarımızda hep yabancı gibiydi, sürgünler, saklanmalar, katliamlar… Papaz kemeri de bağlasak kurtuluşumuz olmayacaktı, ta ki sisteme boyun eğip ümmetçi kul olana dek. İyi de o zaman da biz biz olamayacaktık zaten ölü sayılırdık. 
Burda mısın? Ne düşünüyorsun?
Üreten, emek harcayan ve terleyen halk; yoksul ve ezilmiş halde. Hem ürettiği gasp ediliyor hem de hor görülüyor. Karşı tarafta ise üretmeden elinde sermayeyi tutan ve har vurup harman savuran asalak bir kesim var. Güç, üreten kesimde yani halkta olması gerekirken, Tanrıya, oradan onun halifesine, oradan ise asalakların tekeline verilerek sömürüye âlet ediliyor. Çatışmanın kaynağı, emeksiz egemenliği elde tutma savaşı. Bunun içinde feodaliteye ihtiyaçları var. Ama ışık insanları bireyi, bireyden de halkı mutlak güç yapınca tehlikeli oluyor. Çünkü bu aynı zamanda ezilen ve sömürülen diğer halka örnek teşkil ediyor.
Dini tekelinde tutan zümre mutlak itaat isterken, siz; emeği elinde tutan halkın, mutlak güce sahip olmasını savundunuz. Bunu her aşamanızda rahatça görebiliyoruz. Babek, Babaî, Kalender Çelebi, Şeyh Bedrettin, Torlak, Babailer, Mazdekler, Hallac-ı Mansur, Pir Sultan Abdal ve diğer yansımalarınızda bu açıkça ortada. Üreten kadın bu anlamda sizin baş tacınız ve erkekle yan yana gözüküyor. Bu nedenlerden dolayı da katledilmeniz gerekirdi ya da onlara dönüşüp, kişiliksiz kalmanız gerekirdi. Her yol bu anlamda denendi. Siz, yılanı da kadını da inançlarınızda küçümsemediniz, her ikisini de hak ettiği yere koydunuz. Tabi bu hem zahir hem de batın anlamda. İnsanın çamurdan yaradılışını, cennet ve cehennemin ödülünü, cezasını, halifeyi ve hatta peygamberi ret ettiniz. Kutsal kitap olarak insan yüzünü ve sözünü gerçek kabul ettiniz. Kamilleriniz, Haq’a ve onun yansıması olan Halk’a devir-daim felsefesini kabullendi. Ezilenden, hor görülenden, yoksuldan ve zayıftan yana oldunuz, bu sizin ezilmeniz için yeterli sebep. Söylesene, Desim de o anlamda yetki ya da güç kimin tekelindedir?
Felsefi ve yol anlamında mı?
Evet!
Raewer, Pir-Mürşit, Bava, Ana olarak basamakları var. Cemleri Pir yoksa Raewer, o da yoksa Bava yönetir. Fakat bir kural var. Pir, posta oturmadan önce halktan rızalık almak zorundadır. Rızalık vermeyen olursa, Pir posta oturamaz. Yol erkânına ters davranışta bulunan birinin Pirliği yok sayılır. Halktan biri de yol erkânına ters bir davranışta bulunursa getirdiği lokma koltuğunun altına sıkıştırılıp cemden uzaklaştırılır. Suçun derinliğine göre kendisine ceza verilir, bu cezayı Pir yalnız vermez. Cemaatle yani halkla birlikte verir. 
Yani hala halk tek güç.
Ana Kadın, ya da ana bacı dediğimiz ışık kadınları, halkı aydınlatmak için üç telli saz çalardı. Sözlü geleneği ve kadim bilgiyi aktarmanın tek yoluydu bu. Anlayacağın bu kültür yeni değil, şaşırma. Kırklar cemini anlatmıştın, orada kadın ve erkek eşitliğini bir sözle muhteşem aktarmıştın. Büyüğümüz de küçüğümüz de uludur bu mecliste. Kadın ve erkek yok, küçük ve büyük yok, tam anlamıyla komün bir yaşam. Üzümün kırka bölünmesi, peygamberin hırkasını çıkararak can olarak içeriye girmesi, birinin parmağı kesilince hepsinin bu acıyı hissetmesi ve aynı yerinin kanaması, dışarıdan gelen peygamber bile olsa kırk bir olamaması! Sanırım haklısın, tuzlu ve tatlı su karışmıyor. Seley de Pir Ana olabilir.
Pirike desek daha doğru. 
Cemlerde yan yana oturmanızın en büyük nedeni de işte bu. Kadın ve erkek fark etmiyor, önemli olan “Işık Yolu’nda” yürümüş olması, çünkü cem esnasında maddeler yok oluyor, Haq katında aynı güneşe ait birer kıvılcım oluyorlar.
Saf ışığa koşan ve güneşe ait olan ışık. Bu anlamda ışık cinsiyetsiz ya da çift cinsiyetli.
Önceki inançlarda “Mâ” olan kadın, toprağa ilk tohumu atan, ağaçları aşılayan, filizi oluşturan, hayvanı evcilleştiren, toprağın doğurganlığına duyduğu saygıdan dolayı onunla tekleşen ve kızgın güneşin altında nasırlı ellerle, kendine yüklenilen sıfatları yerine getiren varlık iken, sizde bir üst boyuta sıçramış.
Nasıl?
Toprağa hayat veren ışık olmuş. Toprak olmayı ret ederek, toprak üstü yapıya bürünmüş, toprağa olan bağlılığı esaret olarak kabul edip, güneşin yani saf ışığın içine girerek, onunla tekleşmiş. Bu da sizin felsefenizin sürekli geliştiğini, dogmalara sırt çevirdiğini gösteriyor. Çam ağacındaki gibi, gereksiz dalları budayarak yeni filizlerin doğmasına izin vermişsiniz. Fakat anlayamadığım şey şu, bir kitabınız yok, peygamber kabul etmiyorsunuz, halifelerle işiniz yok, Kaygusuz, Azmi, Seyyid Kızıl Deli, Mısri, Suhreverdi, Şeyh Bedrettin, Pir Sultan, Yunus, Cüneyd-i Bağdadî, Hallacı Mansur gibi Pirleriniz, yol önderleriniz Tanrıyı sorguluyor iken, bu gelişmeyi nasıl sağladınız, rehberiniz neydi? Nereden beslendiniz?
Bizdeki Ana bacılar ya da ana kadınlar bireysel kurtuluştan önce toplumsal kurtuluşu hedef edinmişler. Bu erkeğe hükmetmek ya da tek söz sahibi olmak değil, yan yana yürüyebilmek, tekleşebilmek felsefesinden doğuyor. Biraz da Lilith mitini anımsatıyor bana! Kırklar cemi bu anlamda bana göre yeterli. 
—“Eğer herhangi bir kadın; derviş hayatı yaşama bahanesi ile Tanrının ona bağımlılığını ve itaatini hatırlatmak için verdiği uzun saçlarını, bu bağımlılık düzenini bozmak için keserse; ona lanet olsun.’’(Çankırı Konsülü kanun no:17) Bunu daha önce duymuş muydun? 
Hayır, nedir bu?
Hıristiyanlığın 13–14. Yüzyılda Anadolu’da yayılmasının önünde en büyük engel “Ana Bacı ya da Ana Kadın” dediğimiz harekettir. O nedenle Konsül “Ana Kadınları” sindirmek ve hatta yok edebilmek için bu tür kanunlar yaptı. Fakat bu kanunlar bile “Ana Kadın” yapısını yok edemedi. 
Bu sefer de Kadın azizeler ve Meryem Ana gibi sembollere farklı “Ana Kadın” sıfatları yükleyerek, kadını etkisizleştirme çalışmaları denedi. Daha sonrasını biliyorsun, cadı avları ve yakılan “Ana Kadın” topluluğu, çırılçıplak soyularak kilometrelerce buzun üzerinde yürütüldükten sonra, buz nehirlerinde boğulan kadınlar.
Kadınlar teslim olunca, toplumu teslim almak ne kadar kolay değil mi? İşte günümüzde bunu en iyi şekilde görüyoruz, teslim olup örtünen, eve kapanan kadın, aynı zamanda toplumun zihnine perde örtüp, onu hapsediyor, kulluk, ümmetçilik, kayıtsız itaat ve koyunlaşan bir nesil. Adamlar bunu yüzyıllar öncesinden fark edip mücadeleye başlamışlar, vay be! Saçın kesilmesi ve özgürleşme, bu bağın kökeni ta oralar demek ki! 
Bu sembolik bir tavır. Tabiî ki saç ve özgürleşme arasında bağ yok ama örtünme, hapsedilme ilk buradan başlıyor. Önce giysiler ve fiziksel yapı, sonra zihin veya ruh. Teslimiyet alanı, fiziksel koşuldan geçiyor. Düşünsene Abdal Musa’ya el veren ve “Yol Oğlu” olarak yetiştiren bir Ana Kadın Pir’dir. 
Medusa’nın başına gelenler ya da anlatılanlar; kadının gözden düşürülmesi için tasarlanmıştır. Aynı kültü, Havva’da da görmekteyiz. Yılan ve kadın özdeşleşmesi ile şifacı olan bilge yılan, doğurgan ve üretken olan kadın aynı anda düşmanlaştırılmıştır. Tecavüze uğrayan Medusa bu tecavüzden dolayı suçlu bulunmuş, sürgüne gönderilmiş, ardından kellesi kesilerek, kanı diyar diyar gezdirilmiş. Tıpkı İslâm ülkelerindeki recim ile aynı şeyi anlatıyor. Tecavüze uğra, taşlan ve kirleten olarak hiç olmayacak yere, vebalı leş gibi gömül! 
Kadın Ana’lar bu düzene karşı çıktığı için lanetlendi, öyle mi?
Kendi nefsine egemen olamayan erkek, aynı zamanda kendi nefsine egemen olamayıp dünyayı sömüren sistemi temsil eder. Şayet erkek egemenliğine son verilir ise sıra ezen sistemin egemenliğine son vermeye gelir. Eşit iki gücü ortadan ayırmanın en iyi yolu budur. Geb ve Nut aynı zamanda bunu anlatır, teklikten ikiliğe düşme. Oysa siz cemlerinizde hala ikilikten vazgeçip tekliğe dönüşmeyi anlatıyorsunuz, o nedenle iftiralara uğrayıp taşlanarak öldürülüyorsunuz, bu bir nevi ötekileştirilenlere uygulanan recm cezasıdır.
Ancak böyle anlatılır, ağzına sağlık Luwi! Pirikeler’e (Ana Kadın-Dapir-Pire) ne oldu? Nasıl yok oldu bu yapı?
Moğol istilasında savaşırken öldüler. 
Savaştılar mı?
Hem de nasıl bir savaşmak. Bazı kitaplar on binlerden bahseder. Fakat Ana kadın-bacıların önemini Baba İshak başkaldırısında daha net görüyoruz. 
Bak bu konuyu biliyorum. Piro, Seley ve Bava bir gece ateşin başında otururken Seley anlatmıştı. Konu Ana Fatma’dan açılmıştı. 
Fatma Bacı (Pire) bu anlamda bir sembol. Nasıl anlatmıştı bu olayı Piro.
İlk komün sistem olan Babek Hurrem’den bahsetmişti. Fakat Baba İlyas’ın kafasındaki sistem şayet gerçekleşmiş olsaydı, gerçek komünist sistemi hayata geçirebilirdi.
Çok benzeşiyorlar bu anlamda. 
Evet bir çok ortak noktaları var. Baba İlyas'a yüklenilen “peygamberlik misyonu” Tanrı-İnsan bütünlüğü ve Tanrı'nın insan olarak görünüm alanına çıkması yani insanlaştırılmasıdır. Tanrı'yı köylü kılığında tanımlama, köylü kitlesinin, yani o günkü halk çoğunluğunun yüceltilmesi, tanrılaştırılması olarak algılanmalıdır. Bu çoğunluk, yani halk; her şeyin mutlak sahibidir, her şeyi yapmaya gücü yeter. Yönetim erki de onundur, o kullanır ancak. Biz, tasavvuftaki "Enel Haq (Tanrı benim)" inancının bir çeşitlemesi olan "El-Haq-u Hüve 'l-Halk, v-el-Halk-u Hüve 'l-Haq (Tanrı Halk'tır, Halk da Tanrı'dır)" söyleminin, bir veli tarafından uygulamaya konulması olarak görüyoruz. Bu bağlamda Halk'ı, Haq'ın gölgesi ve örtüsü olarak yorumlayan tasavvufî görüşlere rağmen sonuç aynı. Peygamberin isminin Muhammed olması işte bu nedenledir. Muhammed halk demektir, Haq’ın yeryüzündeki halifesidir.
"Halk Haq'ın gölgesi ve örtüsüdür' yorumu da, Ortodoks İslam'ın devlet ve iktidar anlayışına taban tabana zıttır ve Halk demokrasisi anlayışıdır. Çünkü Şeriat yönetiminde: mutlak iktidar Allah'ındır. Ancak yeryüzündeki gölgesi ve peygamberin vekili halifeye devretmiştir. Bütün halk, Halife'nin teba'sıdır. 
Demek ki, Malik-i Mülk (mülkün, dünyanın sahibi), Haq ile eşitlenen Halk'tır. İktidar doğrudan halkındır. Baba İlyas yorumladığımız inancıyla oluşturduğu siyasette, örnek aldığı Babek Hurremi'den daha ileridedir.
Babek Hürrem işkenceyle öldürülmesine rağmen tek kelime ağzından çıkmamıştır. Mücadeleye kaldığı yerden eşi devam etmiştir. Sonuç Abbasîlerin de sonu oldu.
Selçuklularda da aynı durum vardı, saray ve efradı zevk içindeyken, halk özelliklede Türkmenler açlık ve yoklukla mücadele ediyordu. Boşalan hazine, halkın cebinden zorla alınarak tekrar dolduruluyordu. Kendi zenginlerini oluşturmuşlardı. Her iki hareket de dinsel değil sınıfsal harekettir. Açlık ve yoksulluğa başkaldırıdır. Kadın-erkek eşitliğine dayalı bir hareket olarak tarihe damgasını vurur.
PEKİ GELDİĞİMİZ NOKTA NEDİR… 1000 YIL ÖNCE NEREDEYDİK!!!…NEREDEYİZ!!!


Piro-Romandan alıntıdır...

Hiç yorum yok: