30 Temmuz 2014 Çarşamba

Bayram tebriği...






Dr. İsmet Turanlı

O, hep yarıda kalan öpücüklerin havada kalan ısıları (acıları).

Bu mısranın yazarını hatırlamıyorum. Bu lirik ifadeden hoşlanmış ve hafızama kaydetmiştim. Teşbihte hata olmaz derler. Öpücüklerle alakası olmayan anılarımı anlatacağım.

Bir sonbahar günü, İsmet, avluda oynarken babasına sesleniyor: İki yaşına girdiğinde babası o feci araba kazasında vefat etmişti; onun için, İsmeti'n çağrısına cevap veremiyordu. Hayatta iken balkona çıkar, sabah kahvesini içerken, oğluyla diyaloğa girerdi. Şimdi İsmet ise aylar boyunca, baba, baba çağrsına devam eder. O, iki yaşındaki çocuğun çağrısını duyanlar, akrabalar, komşular göz yaşlarını tutamıyorlardı. Benim tarzımdır, hadiseleri, şiirimsel yorumlamak...İşte o hal yukarda bahsettiğim mısra ile özdeşleşir.

Gene bir sonbahar günü, okullar açıldı ve İsmet, ilkokul müdürünü ziyaret etti. Bir ricası vardı. Dayısı ona yazın okuma yazmayı, hesaplamayı, öğretecekti, öğretmişti. Onun için müdür beyi ziyaretinde ne yapacağı, ne söyleyeceği günlerce talim ettirilmişti. Okulun başmüdürü, Kutan aşiretinden İsmail beydi. Zaman zaman Fazilet partisi başkanlığı yapan, Erbakanın en yakını Recai Kutanın babası idi. Recai ilk okuldan Teknik universiteyi bitirinceye kadar pekiyiden başka not almamıştı. İsmail bey babacan , sevimli bir şahsiyetti. Gülünce altın kaplama dişleri onun çehresine zenginlik katıyordu. İsmet önce müdür beyin kapısını tıklattı, öğretildiği, talim ettirildiği gibi. Sonra başını öne eğerek temannasını yaptı ve maruzatını anlattı. Muhterem büyüğüm ben okuma yazamayı, hesap yapmayı öğrendim onun için okula ikinci sınıftan başlamak istiyorum. Beni imtihana alın. İsmail bey tombul eliyle, İsmetin başını okşadı, kendine çekti ve gülümsedi. Evladım yeni talimata göre bu imtihan kaldırıldı. Onun için senin isteğini maalesef yerine getiremeyeceğim. Sonra listeye baktı. Sen Mukaddes öğretmenin 1 A sınıfında 615 numara ile okula başlayacaksın. Böylece bir öpücük acısıyle yarım kalacaktı.

Gene bir sonbahar günü. Okulların açıldığı gün. Malatya'da rüzgarlar serin esiyordu. İsmet yorganı başının üstüne çekmiş annesinin ricasına karşılık vermiyordu. Nihayet hırslı, hırslı ‘’ ben okula gitmeyeceğim, ben okumak istemiyorum. Ben o kısa yerlimalı bez pantolonla okula gitmekten utanıyorum. Arkadaşlarımın uzun pantolunlu elbiseleri var. Onu giyip gelecekler. Ben canbazdaki oğlanlar gibi kısa pantalonla ortada dolaşamam. Bana gülüp, alay etmelerine müsaade edemem’’ diye haykırdı. Annesi mağazası olan dayısının ona bayramda hediye ettiği kumaşları sakladığı çeyiz sandığına gidip bir kumaş aldı ve İsmete, terzi Cevdet'e gidip kendisine bir takım elbise diktirmesini söyledi. İsmet, sevincinden zıplayıp yataktan kalktı ve kumaşı alıp terziye koştu. Terzi önce ölçüsünü aldı ve bu kumaşla iki pantalonlu ve bir yelekli elbise çıkar dedi. Ve kendsine bir çay ısmarladı. Terzinin sofasına kurulmuş mutlu bir tavırla çayını yudumlarken amcası dükkanın önünden geçiyordu. İsmet'e, terzi de ne yaptığını sordu . Oda kumaşı göstererek terzi amcanın ona bir kat elbise dikeceğini gururla söyledi. O sırada terzi kumaşı kesmekte idi. Amcası küçük bir kumaş parçasını eline aldı ve cebinden çıkardığı çakmakla yaktı. ‘’ Bu kadın kumaşı be!‘’dedi müstehzi bir eda ile. Bunu duyunca İsmet, bayağı bozuldu. Nerede ise kumaşı alıp eve dönecekti. Terzi onu teselli eti.Ben elbiseni dikince görürüsün, sana çok yakışacak. İsmet önce boğazındaki düğümlenmeyi yutkundu, gözünden iki damla yaş aktı. Öğleden sonra terziye uğrayıp elbisesini giyip orta okula başladı. Bu olağanda bir yarıda kalan öpücüğün acılı hatırası idi.

Ortaokul üçüncü sınıfta iken birden karnesinde 3 tane zayıf çıkmıştı. Halbuki şimdiye kadar hep pekiyi alıyordu imtihanlarda. Arkadaşları ile askerlerin poligonda atış yaptıkları yere gittiğinde, atışlarda askerlerin kaçtan vurduklarını göremiyordu. Eve dönünce annesine anlattı bu hali. Annesi, ertesi günü gözdoktoruna götürdü ve gözlerinde miyop hastalığı olduğu tesbit edilmişti ve artık gözlük takacaktı. Anlaşılan en ön sırada otorduğu halde, karatahtayı iyi göremiyordu. Müteakıp karnede, gözlük taktıktan sonra zayıf notların yerini pekiyiler almıştı.

Sınıf gazetesini arkadaşları ile İsmet hazırlar ve ayda bir duvara asardı. Bir sabah gazetesini duvara asarken keyfinden bir türkü çağırıyordu. O anda içeri giren hoca İsmete bir tokat attı ve ‘’Sesinde güzelmiş sabah kanaryası, sınıfın disiplinini bir daha bozma ‘’dedi. İsmet önce yere düşecek gibi oldu. Müthiş sarsılmıştı. Kötü bir şey yaptığını zannetmiyordu. İsmeti'n sendelendiğini görünce hocası ‘’ hadi numara yapma, yerine otur’’ dedi. İsmet bütün ders esnasında kafasını sıradan kaldırmadı ve için için ağladı. Arkadaşlarının sonradan anlattıklarına göre hoca da korkmuş, benzi atmıştı. Teneffüs zili çalınca arkadaşları lise müdürüne gidip olan hadiseyi ona anlatmışlardı. O'da sınıfa gelip İsmet'i teselli etmiş. Odasına götürüp yüzünü yıkamasını temin etmişti. Bir şikayeti olup olmadığını sordu. İsmet herşeye rağmen, özür dilediğini açıkladı. Müdür bey de ‘’ Ben de senden bunu bekliyordum’’ dedi. Böylece bir yarıda kalan öpücüğün acısı anılarda kaldı.

İlk okulu bitirdiğinde abisi ona bir mandolin hediye etmişti. O'da okulun korosuna mandolini ile iştirak ediyordu. Müziğe hayran olduğu için bu faaliyetini titizlikle yürütüyordu. Bir gün dedesi ziyaretlerine gediğinde, İsmeti'n duvarda asılı mandolini gördü Ve sordu bu çalgı aleti kimin? İsmet gururla cevap verdi. ‘’Benim dedeciğim. Okulun korosunda çalıyorum’’. Senin gevende ( Çingene mi ) olmaya mı, niyetin var dedi ve mandolini yere vurup paramparça etti . İsmet, dayak yemiş gibi oldu. Hani elinden oyuncak bebeyi alınan kız çocukları gibi ağlamaya başladı. Annesi o beyaz tombul elleri ile İsmeti'n başını göğsüne dayadı ve teselli etti. Deden değil mi? O nederse, o olur! Annesinin dedesini teyit eden sözüne daha da öfkelendi. Bu da bir yarıda kalan öpücüğün acı hikayesi idi. Benzeri hayal kırıklığını tıbbıyenin üçüncü sınıfında yaşamıştı. ‘’ Eminönü halkevinde talebelere ücretsiz piyano dersleri verilir diye bir duyuru okumuştu. Hemen müracaat etti ve ilk dersini Çarşamba akşamı almıştı. Piyano hocası ona bugün yaptığı çalışmayı evde tekrarlamasını söyledi. ‘’ Ama benim piyanom yok ki’’ dedi İsmet hocasına. Hocası da bundan böyle gelmesine lüzum kalmadı ‘’ dedi . Müziğe bu kadar hevesli bir genç hayal kırıklığına uğramıştı. Fatih parkında bir kanapeye oturmuş , yağan karın altında üç saat sonra adeta bir kardan adam olmuştu. Üzgündü. ‘’

Fatih parkında ben, kardan adam olmuştum! Diye başlayan birde şiir yazmıştım.

Bir yarıda kalan öpücüğü daha tatmıştım.

70 yaşında çalmaya başladığım piyano için ders dahi almamıştım. Hatta 8 şarkı ve türkü bestelemiştim.

Bu tarz hayalkırıklıklarına dair anılarımı ve sebebiyet veren şahsiyetleri deşifre eden, analizleri yazacağım. Böylece okuyucularımın da yaşamlarındaki anılarını gözden geçrmelerini motive edeceğimi sanıyorum. O hadiselerden ders almaları gerektiğini vurgulayacağım. Ben depressionları tahrik değil, bilakis her seferinde yeniden dinamikleşen müsbet atılımları hatırlamaya değer olduğu kanaatındayım.

Bugün Ramazan bayramının kutlanmasını, sağlıklı, müreffeh , başarılı yaşamlarını tebrik etmek istiyorum.

Bir başka tarihe not düşmek istediğimde yeğenim kadar sevdiğim sevgili Dengirin istifasını kutluyor, siyasi yaşamında daha başarılı olması için en sadık kriterin vicdanı olduğunu söylemesini çok değerli bulduğumu söylemek istiyorum. Ne tesadüftür ki, ayni mealde Alman eski başbakanlarından Schröderde geçmişteki siyasi yaşamının vicdanını ne derecede sızlattığını söylemesi gençlere ibret olmalıdır.

Tekrar bayramınızı kutlar , bundan böyle beni izlemenizi ümit ederim.

Köln. 29.07.14


Hiç yorum yok: