29 Mart 2014 Cumartesi

KAR KURTÇUKLARI(*)…



Remzi Aydn

Köpeklerin ve horozların sesi birbirine karışmıştı, keçilerin ormana doğru kara batarak yürüdüğünü pencereden izledim. Bazen dallardaki karlar keçilerin üzerine düşüyordu. Seley, ateşi uykudan uyandırmış ama beni uyandırmaya kıyamamıştı.

Kahvaltımızı yaptık, Seley ortalığı düzenledi eline bir kitap alarak pencerenin kenarına oturdu. Uzun süre Seley’i izledim, sanki ilk defa karşılaşmış gibi heyecanlıydım. Bir şeyler söylemek istedim ama okumasını engellemeye kıyamadım.

-Dağların zirvelerinde kar neden erimez biliyor musun fotoğrafçı?

-Serin olduğu için!

-Kar kurtçuklarını hatırlıyor musun? İşte o kurtçukların görevi karı serin tutmak ve erimesini engellemektir. Aynı zamanda kendilerine bir yaşam alanı sağlamaktır. Kar ve kurtçukları bu şekilde mutlu yaşar.

-Bir yerde su içmek için kaynağa eğildim, içinde kurtçuklar vardı. Yaylacı bir adam çekinmeden içmemi söylemişti. Hemen üstte bir su daha vardı ve orada kurtçuk yoktu ve diğerine nazaran oldukça sıcaktı. Kurtçukların suyu soğuttuğunu orada yaşamıştım. Fakat kar boyutuyla hiç düşünmedim.

-Bilgiyi eğer yaşamında kullanamıyorsan, bilginin gölgesi yaşamına düşmüyorsa o bilgi ölüdür. Gölgesi olmayan her şey aslında yoktur. Kitapların size verdiği bilgiler gölgesiz, o nedenle de ölü.
Seley elindeki kitabı kenara bıraktı ve yüzüme baktı. Bu hangimizin dersiydi ve içinde ne gizliydi. Söyledikleri beynimize düşen gölgeden ibaretti peki aslı neredeydi?
-kar kurtçuğa hayat verirken aslında kendine yaşam veriyordu. Bu doğanın bilinci, şaşmaz gerçeklik içeriyor.

-İnsan o kurtçuğa benzer, kainattan beslendiğini sanır ama aslında kainatı besleyendir. Birinin ölümü, diğerinin ölümüdür aslında.

Bu kadar basit olmamalıydı, Yusuf’un kuyusu gibiydi Piro’nun bilgileri. Işığın izin verdiği kadarını görebiliyordum, oysa asıl derinlik karanlıkta gizliydi.

-Hangi kitabı okursan oku, anladığın her cümle aslında senin yazdığın cümledir, yazarı yaşatan ya da yazdıran aslında biziz. Anlayamadığımız her cümle yazılmamış sayılır. Nice ölü kitapla hasbıhal etmeye çalıştık, lakin konuşamazdı.

Seley’in dudaklarında hafif bir kıvrım oluşmuştu. Piro, ateşe daldı ve sanki söylediklerimi hiç duymadı, tepki vermedi, gülümsemedi! Hangi kar kurtçuğunun bedenindeydi, ateşin karşısında olmasına rağmen hiç erimeden yaşamına devam ediyordu, tıpkı güneşin altında erimeyen karlar gibi. Bawa’nın eksikliğini ilk kez bu kadar derinden hissetmiştim. Seley yutkundu, bakışlarını gözüme kilitledi bir şeyler söyleyecekti sanki ama konuşmadı. Piro’ya aynı anda dönüp baktık, ateşin alevleri sanki yer altında körük ile kızıştırılıyordu. Sarı alevin rengi ve şekli, etrafı muzlarla çevrili limona benziyordu. Hayallerimi karıştırdım, bu kompozisyonu nerede gördüğümü düşündüm. Bir muz serasında çalışmıştım üç gün. Yeşil muzlar ortasına konulan limon ile olgunlaştırılıyor ve sarartılıyordu. Limon olmadığı takdirde muzlar birkaç gün içinde olgunlaşmadan çürüyordu.

Birden patlama sesiyle kıvılcımlar etrafa yayıldı. Gece serada uyuduğumda, muz salkımının doğum sancısı ile açıldığını duyardım. Sera sahibinin oğlu bir ağaca çivi çakmıştı, muz ağacı o gün hamile kadın gibi düşük yapmış, meyve salkımı yere düşerken çatırtılar oluşmuştu, sanki çığlık atıyord. Tepkisi ve sesler beni çok şaşırtmıştı. Alev mi, yoksa Piro’mu beni o ana götürdü bilemedim. Alevin bana anlatmak istediği neydi, doğum, düşük yapma ve en önemlisi limon ve muzların ilişkisi. Ekşi olan bir tek limonun o salkımı nasıl sarartıp, tatlandırdığını hatta olgunlaştırdığını neden anımsamıştım?

Piro’nun sakalları hafifçe kıpırdadı, sesi belli belirsiz,

-Işık felsefesi tüm inançlar için aynı görevi yapar. Bu felsefenin gövdesine çakılan her çivi, diğer inançların ve felsefelerin düşük yapmasına neden olur.

-Farklı inançların bu felsefeye girmesi gövdeye çakılan çivi gibi yani.

-Işık Felsefesi; sadece kendisiyle tanımlanabilir ve ölçülebilir.

-O tüm sıfat ve isimleri içerir ama hepsinden ötededir ve hiçbiri onu kapsamaz.

Tekrar suskunluk, sanki güreş alanında rakibinin gölgesiyle mücadele etmeye çalışan pehlivan gibiydim, her türlü oyunum boşa çıkıyor ve sonunda ben sırt üstü yere kapaklanıyordum. Gülümsedim ve burada olmanın mutluluğunu ve ayrıcalığını bir kez daha yaşadım.

Piro, gölgesi ile beni sarmalayan o kadim kartal gibi yine zirvedeydi ve ben başımı göğe kaldırmış, onu izliyordum adeta.

--------------


(*)PİRO-JAR U DİYAR... romanından alıntıdır...

Hiç yorum yok: